Aydınlanma “bilim”siz, “aydın”sız olmaz ama işçi sınıfı olmadan, emekçilerin devrimci ahlak ve kültürü olmadan hiç olmaz.

Hangi aydınlanma?

Aydınlanmanın, ihanete uğraması ve ihanetin zaman içinde derinleşmesi bilinmez değil. Bunu “ihanet içine doğdu” sözcükleriyle anlatmak da abartılı değil. Elbette, aydınlanmanın çocuğu olan hukuk da aynı yolun yolcusu oldu. 

Yıllarca ve bugün kapitalizmin bilimden, teknolojiden, bilim insanlarından yararlanması ve bağlı olarak bilimin ve kimi bilim insanlarının sömürü düzeninin parçası olması insanlığın, aydınlanmanın gözü önünde yaşandı. 

Aydınlanmanın, ilerlemenin karşıtı olan gericilikse sömürü düzenini sürdürmenin en etkili araçlarından olarak, gel-gitlerle de olsa devrede oldu. Aydınlanmanın ihanet içinde yaşamasının nedenlerin biri kapitalizm iken bir başkası da gericilik. 

“Hangi aydınlanma” sorusu buraya karşılık geliyor. Aydınlanma ile gericiliği 21. yüzyılda yan yana yaşatmaya çalışanlar, sermaye sınıfıyla işçi sınıfını, sömürücülerle sömürülenleri uzlaşma içinde yaşatma ortak amacını güdüyor. AKP dönemi ekonomi, siyaset, hukuk, sosyal politikalar, eğitim ve sağlık politikalarıyla bu ortaklaşmanın zirvesinde.

Geçmişte örneğin İslam dininin bilim ve teknolojiyle uyumsuzluğunu engel olarak yorumlayanlar artık inceleme sonuçlarını değiştirdiler. “Çağdaş” sözcüğü bu yönüyle takvime sıkışıp kaldı. 

Çağda yaşaması abartılı tanımlama gözükebilir ama gericilik her yere yerleşirken, “bunlar kim” ya da “kimlerle ortaklar” sorularının yanıtı sınıfsal ve çok açık: Bunlar da sömürücü, sömürücülerle ortaklar. Sömürücülerin sömürülenler üzerindeki egemenliğini, söz ve karar sahipliğini birlikte sürdürüyorlar. Devlete, siyasete ve hukuka dini sokarken, diğer deyişle laikliği yok ederken ya da yok edilmesine göz yumarken yan yanalar, çıkar birlikteliğindeler. 

Özel mülkiyetin ve paranın saltanatının sürdürülmesi için -para da mülkiyet hakkı kapsamında anayasal güvence altında- gericiliğe duyulan gereksinme eş zamanlı olarak emekçilerin hak savaşımlarının bastırılması için de kullanılıyor. Geçmişteki din ve soy aracılığı bugün kapitalizmin gereksinmelerine yanıt verecek biçimde yaşama sokuluyor. Anayasada mülkiyet hakkının ikizleri olan girişim ve sözleşme özgürlüğü ile özelleştirme de güvence altında. Başkanlı rejim bu biçimlendirmeye uyumlu yürütülüyor. 

Sömürücülerin başvurduğunun adı “aydınlanma” değil. Bilimi, teknolojiyi kapitalizmin amacına uygun kullanmak, eğitim ve öğretimi de -kendisine yararlıları seçerek, kalan yığınları “kulluk” ve “şükürcülük” havuzunda kontrol altında tutarak- aynı amaca koşut yürütmek. 

Günahkarlıkla işi çözmek kimin işine yarar? Patronun mu emekçinin mi? İşin “hukuk” gibi bir formülü de var. Emekçi için günah başlığı altında toplanan her şey patron için hukuksal güvence altında tutulur. Kapitalizmin yasaları parlamento tarafından “kanun” yapılır. Yargı bu kanunlara göre karar verir.

“Güven” ve “ahlak” dinsele bağlandığında kapitalizm daha rahat alan bulacak, toplumsal üretim araçlarının özel mülkiyetine isyan edenler tapınmaya isyanla tanımlanacak, emek sömürüsü dinsel terapi havuzu içinde kolaylaşacak. Karşıdevrim ile dinselliğin, gericiliğin ilişkisi hiç hafife alınmamalı. 

“Yaşasın din özgürlüğü, yaşasın antikomünizm” diyerek demokrasi adı altında işler rahatlayacaktı, rahatlattılar. 12 Mart, 12 Eylül, MC gibi dönemlerde kapitalizmin/emperyalizmin taşları yollara döşenirken demokrasileriyle, siyasetleriyle, hukuklarıyla, devletleriyle hep aynı yolun yolcusu oldular. AKP’nin bu taşlar üzerine döktüğü asfalt, liberal durumları da içinde taşıyarak bu sömürü yolculuğunun kandırmacası olarak devam etti. Emekçiler altında kaldı. 

“Çalsalar da çalışıyorlar” söylemi, “sömürseler, baskı ve şiddet uygulasalar da demokrasiyle yaşanıyor” söylemiyle buluşturuldu. Laiklik, aydınlanma, bilimsel eğitim “din özgürlüğü” söyleminin altında eritildi. 

Emekçilerin dışarda bırakıldığı, seçimden seçime sandığa tutsak edildiği, aynı siyasetin farklı siyasilerce temsilinin kullanıldığı bir demokrasi ve özgürlük ortamında sınıfsal olarak örgütsüz ve enerjisiz halk yığını yaratıldı.

Aydınlanma savaşımı, tarikat ve cemaatlerle sınırlandırılmadan sömürücü düzene karşı savaşımla birlikte yürütülmek zorunda. Emekçilerin haklarını aramalarına ve direnmelerine izin vermeyen, onları tinsel suskunluğa iterek düzene ortak etmeye çabalayan her davranış sosyalist savaşımın da parçası olmak zorunda.     

Emekçilere karşı yapılanlar yalnızca savunma yapılarak giderilemez, savunmayı sömürüsüz düzeni savunan emekçilerin saldırısına çevirmek gerekiyor. Yeni bir aydınlanma dediğimiz budur.       

Yeni bir aydınlanma hem aydınların hem de emekçilerin buluştuğu örgütlü sınıfsal savaşımı hedeflemeli. Aydınlanma “bilim”siz, “aydın”sız olmaz ama işçi sınıfı olmadan, emekçilerin devrimci ahlak ve kültürü olmadan hiç olmaz.