Halkın vergileriyle bütçe hakkı kapsamında yürütülen asli ve sürekli devlet işi, halkın karşısına piyasa işi olarak çıkarılıyor, fon ve vakıflar bu işi görüyor. 

Devletin piyasalaşması: Hız kesmeden devam

Piyasacı ve gerici ideoloji ve siyasetin kamusal olanı, devleti ele geçirme girişimine bir yenisi daha ekleniyor. Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı (DTGV) kuruluyor. Hem de kanunla…

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen kanun teklifi “devlet içinde devlet” yaratan örneklerden birini daha devreye sokuyor.

Neymiş? Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetleri ve hizmet kalitesi güçlü değilmiş (21 yıldır kim yönetiyorsa), güçlendirilmeliymiş; personeli nitelikli, temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmiyormuş, yetiştirilmesi desteklenmeliymiş. Bu amaçla belirli mal varlığı “özel hukuk tüzel kişisi” olan bir vakıf aracılığıyla kullanıma sokulmalıymış.

Bu vakfın özel faaliyetleri ve gelirleri olmalıymış, muafiyetleri olmalıymış. Vakıf, her türlü taşınır ve taşınmaz alabilmeli, satabilmeli, kiralayabilmeli, inşa edebilmeli, her türlü taşıt aracı alabilmeli ya da kiralayabilmeliymiş. Bakanlığa ait veya tahsisli olup güncel olarak ihtiyaç duyulmayan taşınmazların ilgili mevzuat hükümlerine uyulmak suretiyle bakanlık yararına değerlendirilmesine yönelik çalışmalar yapabilmeliymiş. Yükseköğretim kurumları kurabilmeliymiş.

Dışişleri bu… Yeter mi? Vakfa gelir temin edilmesi ve vakfın amaçlarına tahsis edilmesi amacıyla taşınır ve taşınmaz alabilme, satabilme, kiralayabilme iş ve işlemleri hem yurt içinde hem de yurt dışında yapılabilmeliymiş. Vakıf, ayni ve nakdi, fikri ve sınai her türlü hak ve alacak temin edebilmeli; takas, trampa, ipotek tesisi ve benzeri tasarruflarda bulunabilmeli; taşınmaz inşa edebilmeli ve ettirebilmeli; devlet iç borçlanma senetleri ile Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun kapsamında Hazine Müsteşarlığı Varlık Kiralama AŞ. tarafından ihraç edilen kira sertifikaları, şirket tahvilleri, hisse senetleri ve sair menkul kıymetleri alabilmeli, satabilmeli, şirket ve ticari işletme kurabilmeli,  işletebilmeli ve işlettirebilmeliymiş.

Merak edenler kanun teklifini okur. 

Yukarıda “devlet içinde devlet” dedim, “devlet içinde devasa, güçlü ve ayrıcalıklı şirket” demek daha doğru. Başta “Koç” olmak üzere holdingleri kıskandıracak bir güç. Birinin başında Koç, diğerinin başında mütevelli heyeti başkanı olarak Dışişleri Bakanı. Aslında sermaye “rekabet gücümüzü kırıyor” diye itiraz etmeli.

Al gülüm ver gülüm, patronların da çıkarı var bu işte. Kendilerine devletin ihale hukukuna tabi olmayacak bir pazar açılacak. Öte yandan Vakıf, çeşitli vergi muafiyetine sahip olurken Vakfa yapılacak bağış ve yardımlar, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu hükümleri çerçevesinde gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde, gelir ve kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek şartıyla bildirilecek gelirlerden veya kurum kazancından indirilebilecek. 

Vakıflar ile sermaye ilişkileri derin. Bu konuyu 2.6.2022 günlü soL’da genel boyutuyla yazdım.  (https://haber.sol.org.tr/yazar/para-babalari-ve-vakiflar-337282).

DTGV’nin başlangıç kaynağı nereden mi? Sorulur mu hiç. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içerisinde vakfın kuruluş işlemlerinde kullanılmak ve kalanı kuruluş tamamlandıktan sonra vakfa bırakılmak üzere Dışişleri Bakanlığı bütçesinden 10 milyon lira aktarılacak.

Anayasanın mülkiyet hakkı ile sözleşme ve girişim özgürlüğü kapsamında, iktisadi işletme ve şirket kurabilen, kurulmuş şirketlere ortak olabilen, yasal ayrıcalıklara sahip bir özel hukuk tüzel kişisiyle karşı karşıyayız. Bunun adı ve anlamı; dışişleri gibi devletin asli ve sürekli görev, yetki ve sorumluluğunda olan stratejik bir alanın faaliyetleri, varlıkları ve kamu görevlileriyle birlikte “özelleştirilmesi”dir. İster açık, ister örtülü densin dışişleri özelleştirilmekte, Anayasada güvence altına alınan “bağımsızlık ve bütünlük” piyasaya bırakılmaktadır. 

Aslında “özelleştirme” ve “devletin piyasalaştırılması” politikaları yeni değil. Özelleştirme yasal güvence altında, 1999’dan bu yana da anayasal güvence altında. Türkiye Varlık Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu, İşsizlik Sigortası Fonu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Afet Yeniden İmar Fonu gibi fonlar piyasalaştırmanın ayakları arasında. Türk Medeni Kanunu ve Vakıflar Kanununa göre vakıf senediyle kurulan (TBMM Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı, Türk Silahlı Kuvvetleri Dayanışma Vakfı gibi) vakıfların yanında, kanunla kurulan (Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı, Yunus Emre vakfı, Türkiye Maarif Vakfı gibi) özel hukuk kişisi vakıflar var.

Bunların içinde en yeni ve güçlülerden olan Türkiye Maarif Vakfı'nın kuruluş kanununun kimi hükümleri anayasal denetime tabi tutuldu ve Anayasaya aykırı bulunmadı. Anayasa Mahkemesi bu kararında bir vakfın kanunla kurulmasını, kanunda özel hükümler bulunmasını ve vakfa birtakım kamusal ayrıcalıklar tanınmasını “kanun koyucu”nun düzenleme alanı kapsamında değerlendirdi. “Her bir vakıf kendi kuruluş amacı çerçevesinde farklı hukuksal konumda” diyerek de yasayla farklı kuralların getirilmesini olağan buldu. Nasıl okunmalı diye sorarsanız yanıt açık ve net: Yargı da sınıfsaldır.     

Kanunla kurulan vakıflar hem güvenceli hem ayrıcalıklı. Kendilerine kamusal güç ve ayrıcalıklar tanınıyor: Bir kamu kurumu ya da kuruluşunun adını taşıyor, diğer vakıflardan faklı kurallara tabi tutuluyor, mütevelli heyeti ve üyeleri kamu görevlisi ağırlıklı oluşuyor, çeşitli vergi muafiyeti ve mali yönden kimi ayrıcalıklar tanınıyor, kamu görevlileri ve akademisyenler bu vakıflarda görevlendiriliyor, devlet bütçesinden kaynak ve kamuya ait taşınmaz aktarımı yapılıyor. 

Dernek ve vakıfların kamu kurum ve kuruluşlarıyla ilişkilerini düzene sokmak amacıyla 2004’de çıkarılan Kanun yürürlükte ama kanunla kurulan vakıflar bu kapsam dışında. Bir de özel hükümle bu Kanun kapsamı dışına çıkarılan vakıflar var. Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içinde çalışan, gücüne güç katarak büyüyen Türkiye Diyanet Vakfı bunlardan biri. 

Halkın vergileriyle bütçe hakkı kapsamında yürütülen asli ve sürekli devlet işi, halkın karşısına piyasa işi olarak çıkarılıyor, fon ve vakıflar bu işi görüyor. 

Bundan sonra dışişlerinin durumu ve politikası sorgulandığında alınacak yanıt hazır olacaktır: “Durum ve politika piyasa işi…”   

Devletin kurumlarıyla ve kamu hukukuyla güven sağlamadığının, bunun yerine özel görev ve yetkilerle donatılan özel hukuk tüzel kişilerinin geçmesinin yine bir devlet organı olan “yasama organı” tarafından kabul edilen/edilecek kanunlarla kanıtlanması ve yaşama geçirilmesi şaşırtıcı mı?

Piyasanın, özelleştirmenin, özel mülkiyetin, sözleşme ve girişim özgürlüğünün savunucusu olan; kamu yatırım ve hizmetlerinin özel hukuk sözleşmeleriyle özel kişilerce yürütülmesini anayasal güvence altına alan; ulusal ve uluslararası sermayenin egemenliği için çalışan; bu egemenlik adına emekçileri, halkı denetim altında tutan; kamucu politikaları rafa kaldıran; bu uğurda emperyalizm ve gericilikle işbirliğini sürdüren bir devlette hiç şaşırtıcı değil.