Ziyarete başlarken “Güneş Kral” 14. Louis havaları takınan Macron, ayrılırken daha ziyade Devrim’in Parisi’nden tüymeye kalkışan 16. Louis’yi andırıyordu.

Pasifik’ten Kafkasya’ya Fransa’nın acıklı hikayesi

Geçen hafta Fransa’nın Pasifik bölgesindeki en önemli sömürgesi Yeni Kaledonya’da, yerli halkın verdiği isimle Kanaky’de,  yaşanan olayların arka planına değinmiştim. Bu hafta resmi biraz daha genişletmeye çalışarak devam edeceğim. Fransa’dan bize ne diyenlere söyleyecek bir sözüm yok ama dünya kapitalizminin başat ülkelerinden birinde olup bitenleri merak edenler okumaya devam edebilir.

Kanaky’de yerli halk yani Kanakeler, sömürge idaresi tarafından getirilmek istenen yeni seçim sistemine karşı direnişini sürdürüyor. Bu seçim “reform”u Fransa’dan getirilerek adaya yerleştirilenlerin oy kullanma hakkını genişletmeyi öngörüyordu. Bunun mantıksal sonucu, fiili nüfus bağlamında zaten azınlık durumuna düşürülmüş olan Kanakelerin kendi ülkelerinde bu kez siyasi anlamda da azınlığa dönüşmeleri olacaktı. Her ne ise, olaylar yatışmayınca, Fransa’nın bankacı Cumhurbaşkanı Macron geçen hafta adaya bir ziyaret gerçekleştirdi. Kanake hareketinin liderleriyle görüştü ve basına yansıyanlara bakılırsa onlara kimi güvenceler verdi. Macron’un ziyareti sırasında bir Kanake daha öldürüldü. Üstelik görev başında olmayan bir polisin açtığı ateş sonucu. Başkent Noumea ve banliyölerinde gerginlik arttı. Fransız turistlerin adadan tahliyesine yönelik bir operasyon başlatıldı. Noumea havalimanı 2 Haziran’a kadar sivil uçuşlara kapalı kalacak. Demek ki, durum ciddi.

Ziyarete başlarken “Güneş Kral” 14. Louis havaları takınan Macron, ayrılırken daha ziyade Devrim’in Parisi’nden tüymeye kalkışan 16. Louis’yi andırıyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Kanaky’yi terkederken “gerekirse bir referandum daha yaparız” dedi. Adanın bu noktaya önceki yıllarda düzenlenen üç referandumdan sonra geldiğini unutursak çok özgün bir fikir! 

Fransız sermaye basını ise olayların ardındaki “karanlık güçleri” aramaya devam ediyor. Fransız basını bir süredir Kanaky’deki ayaklanmanın arkasında Azerbaycan’ın bulunduğuna dair iddialara yer veriyordu. Bu iddiaların kaynağında ise “Bağımsızlık yanlıları ile Azerbaycan arasında temaslar bulunduğunu söyleyen” İçişleri Bakanı Darmanin var. Ulusal Meclis’te yaptığı bir konuşmada “Azerbaycan’ın ayaklanmadaki olumsuz etkisi”nden söz eden Darmanin devlet televizyonunda da bunun bir fantezi değil gerçek olduğunu ısrarla vurguladı.

Çok uzun yıllar önce bir haber yayını olmaktan çıkıp sermayenin akort tutmayan borazanı haline gelen haftalık Le Point dergisi, bu hafta Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’i “Fransa’nın istikrarını bozmak isteyen diktatör” başlığıyla kapak konusu yaptı. Le Point Kanaky’deki olayların da ötesine geçerek Azerbaycan’ın Fransa ölçeğindeki lobi faaliyetlerini mercek altına aldı. Dergi, Bakü’nün “rüşvet” silahını cömertçe kullanarak Fransa’da etkin olduğunu ileri sürdü.

Azerbaycan’ın salt Fransa’da değil dünyanın belli başlı bütün ülkelerinde etkin bir lobicilik faaliyeti sürdürdüğü bir gerçek. Bu konuda Türkiye’nin fersah fersah ilerisinde olduğu da yadsınamaz. Lobicilik dediğimiz faaliyetin ahlaki bir tarafını aramak boşa bir çaba elbette. Yine de bu konunun Fransa bakımından acıklı bir yönü var. Dünyanın altıncı büyük ekonomisine, en büyük donanmalarından birine, nükleer silaha sahip ülkelerinden biri, Avrupa Birliği gibi siyaseten olmasa da ekonomik alanda dünyanın üçüncü büyük kutbu olan bir oluşumun Almanya ile birlikte lider sayılan ülkesi, Azerbaycan gibi küçük bir ülkenin lobicilik faaliyetleri sonucunda istikrarını yitirme korkusu yaşadığını itiraf ediyor.

Diğer yandan lobicilik konusunda şu sıra Azerbaycan’ı parmakla gösteren Fransa uzun yıllardır Katar sermayesinin arka bahçesi sayılıyor. İsrail’in Fransa’daki gücü bir başka konu. Ulusal Meclis’teki bir milletvekili doğrudan Likud uzantısı gibi hareket ediyor. Ülkedeki en güçlü “sivil toplum” örgütlerinden biri olan CRIF (Fransa Yahudi Örgütleri Temsil Kurulu) İsrail’in Apartheid rejiminin aleni savunucusu konumunda. Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca Arap rejimlerine yakın tutum sergileyen Fransa’nın Filistin halkına yönelik İsrail saldırısı bağlamında ortaya koyduğu garip ve ikircikli tavrın ardında bu var. 

Fransa’da yaşayanların çoğunluğu yaşanan soykırıma tepki gösteriyor. Eski dışişleri ve savunma bakanlarından oluşan, içinde gayet namlı sağcıların da bulunduğu etkili isimler “İsrail yanlısı tutumun Fransa’nın Orta-Doğu’daki çıkarlarına ve dünyadaki saygınlığına zarar verdiğini” yineliyorlar. Benzer bir tutumun Fransız ordusu ve Dışişleri’nde de bulunduğunu gözlemek mümkün.  Buna karşılık Macron yönetiminin Filistin bağlamında attığı “suret-i haktan” görünmeye yönelik her adım, sermaye temsilcilerinin de içinde bulunduğu CRIF tarafından şiddetle eleştiriliyor. Fransa, deyim yerindeyse, havra ile cami arasında bilinçsizce koşuşturan bir horoz görünümü sergiliyor.

Bunun son örneği de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısı Kerim Han’ın İsrail ve Hamas’lı yöneticilerin tutuklanmalarına dair talebi bağlamında yaşandı. İran-İsrail düellosu sırasında, ABD ve İngiltere’yle birlikte savaş uçaklarını bölgeye göndererek İsrail’in yardımına koşan Fransa, bu kez Washington ve Londra’dan ayrı düştü ve UCM kararlarını tanıyacağını duyurduğu gibi, ABD’den UCM’ye gelen tehditleri de kınadı.

İşte böylesine kaotik bir ortamda Kanaky’de yaşananları, Bakü’nün “başarı” hanesine yazmaya kalkışmak, hatta “koskoca” Fransa’nın istikrarını Aliyev yönetiminin tehdit ettiğini ileri sürmek, neresinden baksanız en hafif deyimle sersemlik. 21. Yüzyıl’da 19. Yüzyıl kafasıyla sömürgecilik yapmakta ısrar etmenin ne izahı ne de mizahı olabilir. Kaldı ki, Fransa’nın yaşadığı sıkıntılar, dış etkilere açık, yapısal anlamda zayıf bir ülke olmasından değil, çetinleşen uluslararası rekabet koşulları yüzünden kuduran ve “kâr hadleri”nin ötesini göremeyen sermaye tarafından kötü yönetilmesinden kaynaklanıyor.

Ülke her fırsatta aşırı sağcı reçetelere başvuran bir merkez sağ ile “aslında merkez sağ benim” iddiasındaki aşırı sağ muhalefet arasına sıkışmış durumda. Geçen seçimlerde belirli bir umut yaratan Mélenchon liderliğindeki sol muhalefet bloku kısa sürede parçalandığı için etkili olamıyor.

Bu köşede daha önce de değinmiştim. Mélenchon hareketinin birçok handikapı var. Birincisi karizmatik lider hareketi sınırlarını aşamamış olması. Mélenchon kitlelere seslenebilme yeteneğine sahip bir lider. Ancak inatçı ve öğrenme iştahını yitirmiş. Dediğim dedik öttürdüğüm düdük kafasıyla Fransız aydınlarını ve emekçilerinin tamamını kazanması çok güç.   İkincisi kurduğu partinin “solculuk” yaparken temel referanslardan uzaklaşmayı tercih etmiş olması. Hareketin tüzüğünde, programında Sosyalizmi çağrıştıran pek çok unsur var ama Sosyalizmin adı yok. Üçüncü büyük handikap “Hareket”le önceki seçimlerde ittifak yapan Fransız merkez solunun artık solla hiçbir ilişkisinin kalmamış olması. Fransız Sosyalistleri (PS) uzun yıllardır -affedersiniz- CHP kadar dahi “solcu” değiller. Yeşiller ya da Fransa’daki ismiyle Çevreciler ise çiçek böcek sevdasıyla, üreten kitlelerden tümüyle kopmuşlar. İdeolojiden yoksunlukla malul Çevrecilik Fransa’da bir tür bahçe düzenlemesine indirgenmiş durumda. İttifakın bir diğer üyesi olan Fransız Komünist Partisi ise bir anlamda müzede sergilenmesi gereken değerli ama sessiz bir arkeolojik buluntuya dönüşmüş halde. Dolayısıyla bu toplamın halka somut vaatlerde bulunabilmesi, sermaye iktidarını sarsabilmesi yakın vadede mümkün değil.

Haziran ayı başında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı RN'nin (Ulusal Birleşme ya da benim tercih ettiğim isimle Toplaşma) oyların neredeyse üçte birini alacağı, Macron’un partisinin yüzde 20’yi zor bulacağı, seçimlere darmadağın giren sol partilerin ise yüzde 10’u aşmayan oranlarla nal toplayacakları anlaşılıyor.

Kanaky’de başı sıkışınca “dış düşman” arayışına giren Fransa’nın hali özetle böyle. Bizim halimizi ise en iyi “bilge lider” özetlemiş bu hafta. Öğlen sıcağında uyuyanları toplayacaklarmış. Siz siz olun, toplamaya kalkışanları toplayacağımız güne kadar uyanık kalın.

Bu arada, aklını ve bilincini toplatmamış olanların 27 Mayıs’ı kutlu olsun.