Yani okulları gerçekten kapattılar. Artık eğitim milli değil dinidir. Diniliğin de alt başlıklarına geçilmiştir üstelik; Sünni, Hanefi, Nakşi, Halidi bir eğitimdir bu.

Eylülde direnişe gel!

27 Temmuz 2018 tarihli Resmî Gazetede bir ilan yayımlandı. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi SBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümüne profesör alınacaktı.  Alınacak profesörde aranan tek özellik “parlamentolar, meşrutiyet ve Osmanlı son döneminde demokrasi tartışmaları” konusunda çalışmalar yapmış olmasıydı. Yani aslında ilanla profesör aranmıyor, bulunmuş profesöre ilan yayımlanıyordu. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Doç. Dr. Yusuf Tekin’i arıyordu!

Bu uydurma ilanla aramadan buldukları Yusuf Tekin’i işe başlattılar, doçent olması sorun değildi, el çabukluğu ile profesörlüğe yükselttiler ama hala küçük bir sorun vardı. Bir doçentin profesörlüğe başvurması için en az beş yıl çalışmış olması gerekiyordu. Kör olasıca Yükseköğretim Kanunu! Yusuf Tekin o beş yıllık doçentlik süresini doldurmadan Gençlik ve Spor Bakanlığına Bakan Yardımcısı olarak atanmış, 2013’te Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığına terfi etmişti. 2018 yılında müsteşarlık makamının kaldırılmasıyla üniversiteye geri döndü, demek ki beklemesi gerekiyordu. Tabii işin acelesi vardı, kanun manun dinlemeden profesörlüğe terfi ettirildi eleman. 

Plan uyarınca Yusuf Tekin’in oradan da rektörlüğe ışınlanması gerekiyordu. Ama yine bir sorun vardı, rektör olmak için en az üç yıl profesörlük yapmış olmak gerekiyordu. O da görmezden gelindi, Yusuf Tekin kuralsızca girdiği üniversiteye, kuralsızca rektör atandı. Sonra Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Rektörlüğü’nden Milli Eğitim Bakanlığı’na zıpladı. Önünde engel dayanmıyordu.

***

Bu yükselişin ardındaki güç kaynağı kurucu genel başkanı olduğu Cihannüma Vakfı. Aynı adı taşıyan dernek ve vakfın amacı şu; “Müslüman zihnini inşa etmeye katkıda bulunmak için çalışmak.” E o zihni inşa etmek için çocukları kuşatmak gerek tabii. Gericiliğin numarası bu; minik beyinlerden başlıyorlar çocukların zihnine müdahale etmeye. Cihannüma Vakfı da o numarayı hayata geçirmek için icat edilmiş bir aparat. 

Geriye kalan tek şey her şeyin o projeye uydurulması. Şöyle örnekleyeyim; Yusuf Tekin’in başında olduğu MEB bu Cihannüma Vakfı ile protokol yaptı, vakıf o zihinleri devlet desteğiyle şekillendirecekti. Sorun şu ki Cihannüma Vakfını da Yusuf Tekin kurmuştu. Yani Milli Eğitim Bakanı çocukları iğfal etmek üzere kendi kendisiyle protokol yapmıştı. Kâğıdı önce MEB şapkasıyla imzaladı, sonra kalemi alıp Cihannüma Vakfı kurucusu şapkasıyla...  

Onun zamanında MEB bu tür “iş birliği anlaşmalarıyla” okulların kapısını dini cemaatlere ardına kadar açtı. Nur Cemaati Nakşibendi Kolu Hayrat Vakfı’yla “Değerler Eğitimi” protokolü, TÜRGEV’le “Sosyal, Sportif ve Mesleki Kurs Düzenleme” protokolü, TÜGVA ile “Medeniyet ve Değerler Eğitimi protokolü, Süleymancılarla “Değerler Eğitimi” protokolü, Ensar’la çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair iş birliği protokolü, İnsan Vakfı’yla “Mescitsiz Okul Kalmasın” kampanyası protokolü, İlim Yayma Cemiyeti ile sosyal, kültürel faaliyetler protokolü, Türkiye Diyanet Vakfı ile okul öncesi eğitim kurumlarında Kuran kursu açma protokolü… Yani Milli Eğitim fiilen Nakşi-Halidi Tarikatının arka bahçesi oldu onun sayesinde. 

Anlayacağınız vakıfları proje, dernekleri proje, kendileri proje. Proje ne? Laik cumhuriyetten, laik eğitimden geriye kalanları gömmek. 

***

MEB içinde, “paralel yapı gibi” hareket ettiği söylenen Cihannüma Derneği’nin yönetiminde yer alan isimler sadece eğitimde değil tüm devlet bürokrasisinde etkili kademelerde. Örneğin dernek çıkışlı Ahmet Sami Kulaklıoğlu, aynı zamanda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı. Fatih Yardımcıoğlu akademiyi kontrol ediyor. Hakkında, tartışmalı uygulamaları nedeniyle YÖK’ün açtığı soruşturma olduğu iddia ediliyordu. İbrahim Taşdemir Türk Hava Kurumu Başkan Danışmanı. Köksal Hamzaoğlu Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdür Yardımcısı. Veysel Erdel dernek yönetimindeki görevinin yanı sıra MEB Priştine Eğitim Müşaviri. Muhammed Cihad Çiğdem Türkiye Diyanet Vakfı’nda. Muhammed Halid Durmuş Yeşilay’da Kıdemli Proje Uzmanı. Cihannüma Derneği Samsun İl Başkanı İlker Efe bir ara “Fetö” operasyonu kapsamında gözaltına alınıp bırakıldı. Milli Savunma Üniversitesi rektörü Erhan Afyoncu’nun yardımcılığını yapan Prof. Dr. Fatih Savaşan da aynı zamanda vakıf yöneticisiydi. Cihannüma Vakfı bürokrasiye atlamak için etkili bir manivela yani. Ayrıca yandaş araştırma şirketi Gen-Ar, Birikim Okulları, Eğitim-Bir-Sen ve Bezmialem Üniversitesi de Vakıfla bağlantılı. 

Vakfın AKP içindeki hamisi AKP’nin TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş. Yusuf Tekin’in Anayasa’yı ve laiklik ilkesini hiçe sayarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın tarikat ve cemaatler ile imzaladığı protokol ve iş birliğinin devam edeceğini Meclis kürsüsünden meydan okurcasına savunmasının arkasında böyle bir çeteleşme var. 

Bu listede adı geçenlerin tamamı Nakşi-Halidi Tarikatı müritleri. Yusuf Tekin de bir Nakşi-Halidi Tarikatı müridi. Biliyorsunuz Tayyip Erdoğan’dan Abdullah Gül’e, Necmettin Erbakan’dan Kemal Unakıtan’a kadar aklınıza gelebilecek kim varsa Nakşiliğin Halidi kolundan. Malum bu kolun da Menzil, İskenderpaşa, Sülaymancılar gibi pek çok kolu var. Yusuf Tekin bu kolların Milli Eğitime girişini koordine eden en önemli isim. Cihannüma Vakfının kurulduğu 2013 yılında bu yana MEB’in değişmeyen tek ismi o haliyle. Bilmediğimiz koordinasyonu AKP adına mı yoksa tarikatlar adına mı yaptığı. 

***

Milli Eğim deyip geçmeyin, bunu da Cumhuriyetten sonra icat ettik biz. Tevhid-i Tedrisat, Öğretim Birliği, kanunu 1924’te kabul edildi. Bu kanunla dini eğitim veren medreseler kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Medrese ve mekteplerin yanında çeşitli dini ve siyasi amaçlarla okullar açılması, Türk eğitim-öğretimini Ziya Gökalp’ın deyimi ile “kozmopolit” bir hâle sokmuştu. Halbuki “milli maarif” mütecanis bir millet olmanın koşullarından biriydi. Eğitim birliği olmadan ulus olamazsınız, dediği budur. Bursa’da öğretmenlere yaptığı konuşmada, fikirleri safsatalardan, akıl ve mantığa uymayan inanç ve geleneklerden temizlemeyi, bilim ve fen düsturlarını rehber edinmeyi tavsiye eden Mustafa Kemal de aynı fikirdedir. “Milletimizin, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı, kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır”, dediği budur. 

Aramızda kalsın, kapatılmış mektep medreselerin sayısı da öyle sanıldığı kadar önemli değildir. Kanunun çıktığı tarihte 29 Darülhilafe medresesinde 16 bin 245 öğrenci vardı. Vilayet, kaza ve köylerde 479 tane medaris-i ilmiye vardı. Bütünüyle denetim dışı bu medreseler ilkokul düzeyinde eğitim veriyordu, kapatılınca öğrencileri ilkokullara kaydedildi. Tevhid-i Tedrisat kanununun uygulanmasıyla yaklaşık 7 bin yetim çocuğu barındıran Darüleytamlar da bakanlığa bağlandı. Milli Eğitim, halk olma yolunda attığımız en önemli adımlardan biridir. 

Şimdi elde kazma o günlerden ne kaldıysa yıkıyorlar. İmam Hatip, ÇEDES, Maarif Müfredatı falan derken Tevhid-i Tedrisat yerle bir oldu. Önce dini ve laik olmak üzere ikili bir eğitim sistemi oluşturdular. Sonra laik olanı yıkıp eğitimin tamamını dini eğitime dönüştürdüler, özeti budur. İmam Hatip sorunu yok artık, fiilen bütün okullar İmam Hatip. Parası olana, şimdilik, laik eğitim var. Ama oraya da el atarlar, yakındır.  

***

“Proje” Bakan bütçe görüşmeleri sırasında MEB'in cemaat ve tarikatlarla protokole yönelik eleştirileri “sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır” diyerek göğüsledi. Biliyorsunuz, bu karanlık yapıları “STK” olarak adlandırma cinliği de bizim liberal çetenin marifeti. 

Saldırı büyük, planlı, devlet destekli. Laik eğitimin kökünü kazımadıkça halkı bu akıldışı-karanlık planlarına ikna edemeyeceklerini biliyorlar çünkü. Direniş ise ağır aksak başladı. THTM, Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi, üyeleri MEB’in önündeydi bir iki gün önce. Bu karanlığa karşı bir aydınlanma seferberliği çağrısı yapıyorlardı. Önümüzdeki eğitim yılında çetin bir savaş var, uyarıları budur. Okullarımızı ve çocuklarımızı savunmalıyız öyleyse. 

Okullar kapanıyor. Mezuniyet balolarını “ahlaka” uygun bulmayan Yusuf Tekin MEB’in yıl sonu etkinliklerini Diyanet’e devretti. Onların da etkinlikte anladığı namaz sonrası cami avlusu sohbeti. 

Yani okulları gerçekten kapattılar. Artık eğitim milli değil dinidir. Diniliğin de alt başlıklarına geçilmiştir üstelik; Sünni, Hanefi, Nakşi, Halidi bir eğitimdir bu. Sadece bir eğitim sorunu değil bu yalnız, saldırıları laikliğe ve halkadır. 

Saldırı sürüyor. Topyekûn saldırı topyekûn savunma gerektirir. Yalçın Küçük yıllar önce bunun imkanlarını şöyle özetlemişti: “Yönetenler aşırı korkudalar ve sürekli kuran okuyorlar. Yönetilenler yüreklerini vermişler ve çaresiz-yalvarıyorlar: bana bir din. Öyleyse devrimci durumdayız: çözüm, yine cumhuriyettir. Daha laik, daha halkçı, daha eşit...

Sadece yeni bir eğitim değil bir yeni cumhuriyet gerek bize; daha laik, daha halkçı, daha eşit!