Bugün, iyi gazetecilerin dünyası ve sürüyor onlar sefasını ama Anadolu büyüktür, ozanlar kaydetmiştir tarihe bu olanların hepsini, bu hesap döner bir gün.

Türkiye'nin en iyi gazetecisi Buket Aydın'dır

Avrupa'nın sevimsiz gündeminden uzaklaşıp, kendimi güzel ülkemin akıllara durgunluk veren gazetecilik atmosferine bırakmak istiyorum. Baharın mis gibi toprak kokan yağmurunda mı ıslanırım, yoksa ekranlarda, sokaklarda, reklam tabelalarında zihinlerimizi iğfal edenlerin yoksul bedenlerimize sürüklediği asit yağmurunda mı ıslanırım bilmiyorum. Asit yağmuru tehlikelidir diyor bilim. Yağmura maruz kaldıktan sonra, hayatıma kaldığım yerden devam edebilir miyim, yoksa nalları diker, soluğu öteki tarafta mı alırım bilmiyorum. Elbet bunun cevabı astrolojide değil, bilimdedir. Doğa bilimlerini bir kenara bırakır, kendi çalışma alanım ekseninden yani sosyal bilimlerden yorumlayacak olursam, asit yağmuru çok tehlikelidir. Holdinglerin atmosfere gönderdiği bu tehlikeli bulutlar, bir kez zihninize çökmeye görsün işte o vakit hapı yuttunuz. Zihniniz bir daha toparlanmamak üzere dumura uğrayabilir; hiçbir zaman alamayacağız Rolex saatin rüyalarına dalabilirsiniz. Asit yağmurları kulübede yaşayanları, sarayda yaşadıklarına inandırmak için durmaksızın zihinlere yönlendirilmelidir...

Gazeteciliği soruyor dostlar, nedir bu gazetecilik? Gazetecilik tanrılar tarafından lanetlenmiştir diyorum, doğrulamaz beli gazeteciliğin. Düzen değişmeden, asit yağmurlarını tepemize boca eden bulutları üreten plazalar dinamitlerle patlatılmadan ve yerle yeksan edilmeden kurtuluş yok! Buket Aydın, Enver Aysever'in programına katılmış.1Program tüm gazetecilik öğrencilerine, hatta iletişim akademisyenlerine izletilmeli. Seyirlik eğlence tadında izlediğimiz programı, Buket hanımın karşılaştığı haksızlıklarla kâh kahrolarak, kâh acı bir tebessümle kahkahayı gülüşümüze katık ederek izledik. Bu eğlenceden bizi mahrum etmeyen dostlara ne kadar teşekkür etsek az. Yanlış anlaşılmasın, Enver Aysever fena bir iş yapmıştır demiyorum; Aysever, sorularıyla programı iyi idare etti ve isabetli bir iş yaptı. Gazeteci dostlarım bu yazıyı okuyup hiç sitem etmesin. Şimdi, tek tek isimlerini yazmaya çalışıp içlerinden birini unutma riskini almak istemiyorum. Ben dahil hepimiz berbat gazetecileriz. Buket hanımı izledikçe ve dakikalar birbirini kovaladıkça "bizimkilerden adam olmaz, bunlar bu işte ihya olamaz" dedim kendi kendime. Elbette benden de bir cacık olmaz, hatta olmamaya da devam eder. Konu holding medyası ve bu medyanın yoksun ve yoksul kitlelere sunduğu figürler olunca, fakültedeki hocalarımın çabalarını gözlerim dolarak hatırladım. Yok medyanın ekonomi politiği, yok tekelleşme biçimleri, yok tamamen yok olan kamuyu koruma refleksi vs. Katı olan her şeyin, yüce para tanrısının karşısında eridiği bu düzende afili sözlere, bilimsel inceliklere lüzum var mı? Tamam tamam, kızmayın. Elbette bu çabalar çok kıymetli, çocukları yoldan çıkarmak, onları olmadık ideallerin peşinden koşmaya sürüklemek ve hayatlarını karartmak için aşırı faydalı bilgiler bunlar. Anamalcı düzende, insandan uzaklaştıkça paraya yaklaşırsınız, paradan uzaklaştıkça da insana. İnsana yaklaşanlar, bu düzenin en başarısız ve en kötü örnekleridir. İnsana yaklaştık ve toplumun gözü olmak için doğrulttuk objektifimizi, çocukların gözyaşı sessiz kalmasın diye dokunduk deklanşörün düğmesine, kalbimizi titretecek olan o sesi duymak için bir daha bir daha dokunduk! Elbette kötü gazeteci olmanın bedelini çatır çatır ödeyeceğiz. Bugün, iyi gazetecilerin dünyası ve sürüyor onlar sefasını ama Anadolu büyüktür, ozanlar kaydetmiştir tarihe bu olanların hepsini, bu hesap döner bir gün.

Program esnasında Enver işi Rolex saate getirdi. Ah kardeşim, mevzuyu oraya niye getirdin? Bilmediğimiz konular bunlar, elbette sıkıştırayım derken sıkışıverdi Enver. Buket hanım saat konusunu açarken başka büyük ve iyi gazetecilerin taktığı saatlerin ve markalarının neden gündem olmadığını sordu haklı olarak. Sordu ama bahsettiği saati ne benim gibi dinleyiciler ne de Enver anladı. Buket hanımın markayı ifade ederken kullandığı kelimeyi "Patik" olarak anladık. Uzun bir süre saatin markası "patik" olarak büyük bir tur attı zihnimde. Sonra Enver ile birlikte aslında bir saat markasından bahsedildiğini anladık. Fakir dünyamızın ufku, bir bebenin minik ayakları üşümesin diye giydirilen o şeye sıkışıp kalmıştı. Öküzlük bizimdir, zarif hanımefendinin değildir. Çok öğretici bir programdı ve öğrenmeye devam ettik. Hep dostlarımı uyarmışımdır, televizyonun tek işlevi yoksulu eğlendirmek değildir! Yoksul eğlenirken öğrenir, biçare zihnini ardına kadar açar asit yağmurlarına. Zorbanın uçağına binen, uçaktaki eğlenceli anları hayran gözlerle anlatan Buket Hanım uçağın atmosferinden midir nedir bilinmez, veri verdi fermanı! "İlk buluşmada ("Date" deniyor ona, cahiller öğrenin. Buket Hanım "date" kelimesini sıkıştırıverdi araya.) hesabı erkek ödeye!" Bir şeye uzaktan bakınca insana hoş gelir, cazip gelir. Bu nedendir bilinmez, cevabını psikoloji biliminden anlayanlar bilir belki. Erkek olmak matah bir şey değil. Hayalleri kırdık mı bilmem ama yoksulların hayatında ayrıcalıklara yer yok. Geçmiş olsun bu pahalılıkta aşık olana, cesaret edip yoksulluğuna bakmadan aşık olduğu kızı pastaneye (Pastane mi kaldı? diyenleri duyar gibiyim.) çağıran yiğit adamlara geçmiş olsun. Üzülmeyin, maharetli bankalarımız bu işi çözer. "İlk buluşma kredisi" hazırlanır ve erkekler bu dertten azade edilir. Buket Hanım bu yazımızı okursa, bakmasın kusuruna yoksul ufkumuzun. Ufkumuz yoksul ama şükür zihnimiz zengindir; sözlerimiz güçlü, aklı baştan çıkartıcıdır. Madem hava atmanın bir yoludur Rolex, bizim havamızı da kelimelerimizin gücü estirsin.

Bu yazıyı zalimin kızı Buket Hanım için bir Anadolu ozanı ruhuyla bitirmek isterdim; ancak şu an yaşadığım ülkenin en büyük ozanının sözleriyle bitirmeyi tercih etmek istiyorum. Yani başta yazacağımı, sona yazmak istiyorum. Güzellik, Rolex, Kralın ya da Sultanın binilen o uçağı hepsi ama hepsi gelip geçici; Köroğlu, Toroslar, Muğla'nın düşmana kan kusturan gerillaları yani Kuvâ-yi Milliye'si kalıcı Buket hanım. Çok üzgünüm; siz geçicisiniz, biz kalıcıyız. Hans Fallada'nın bir kitabı var, "Köylüler Kodamanlar ve Bombalar". Bu eserde Fallada, gazetecinin sermayenin nasıl kölesi olduğunu, nasıl paranın esiri olup halkını sattığını anlatır. Kısacası gazetecinin ne menem şey olduğunu çok güzel yansıtır okurlara. Yoksul sözlerimizi yanlış anlamayın Buket Hanım, siz bu eseri okuyun...

Şimdi, son söz dostlarıma olsun. Bizler bu düzenin en güzel marazlarıyız. Bahsini etmeye cüret ettiğimiz o eserleri okumamış, ozanları, şairleri, romanları bilmemiş olmamız gerekirdi. Zihinlerimizi medyanın asit yağmurlarında süngere çevirmiş olmalıydık. Öyle olmadı; paradan uzaklaştık, mücadeleye yaklaştık. Mücadeleye yaklaştık ve insan olduk. Tam son kulvara girerken Buket Hanım'a haksızlık etmeyelim. Bugün, görüyoruz ki anlı şanlı üzerine muhalif forması giymiş Türkiye'nin en başarılı, en mükemmel gazetecileri soluğu İmamoğlu'nun Roma uçağında alıvermiş. İşte o uçağa binenler bir yanlış yapar da bu yazıyı okumaya kalkarsa aşağıdaki sözleri çok ama çok iyi okusunlar! Öyleyse bırakalım son satırları İrlanda'nın büyük ozanı Oscar Wilde tamamlasın. Ve görelim bakalım, kimmiş bu gazeteci?

"Kitlelerin kalemin kaldırım taşından güçlü olduğunu ve bir tuğla parçası olarak da kullanılabileceğini keşfettikleri gün, yandığımız gündü! Hemen gazeteciyi bulup çıkardılar, onu geliştirip yetiştirdiler ve kendi çalışkan ve iyi ücretli uşakları haline getirdiler." (Oscar Wilde-Sosyalizm ve İnsan Ruhu)