Cumhuriyet yeniden kurulmak zorunda. Bunun için bu halk asalakları sırtından atmak zorunda. Hayatla, memleketle, insanla yeniden ve sımsıkı bir bağ kurmak zorunda.

Bugün bayram olmaz

Bugün sokaklarımızda, caddelerimizde, meydanlarımızda, gündelik yaşantımızda pek de hissedilmese de resmi olarak bir bayram günündeyiz. Halkın büyük çoğunluğu için resmi tatilden başka bir anlam ifade etmez hale gelse de, elbette, gözden kaçması mümkün olmayan, büyük bir tarih 19 Mayıs, Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı.

Mazisi Gazi Günü, 1926 yılından başlayarak Samsunluların kendi illerinde, Mustafa Kemal'in 1919’daki gelişi şerefine kutladıkları bir gün 19 Mayıs.

1934’te Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle 1935’te yine Samsun ölçeğinde fakat Atatürk Günü adıyla kutlanmaya devam ediyor.

Her sene yalnızca Samsun'da kutlansa da ulusal ölçekte dikkat çekiyor ve basında da kendisine yer buluyor 1919'un yıl dönümü. Bunda elbette Mustafa Kemal’in Samsun’daki kutlamalara gösterdiği alaka ve Samsun halkına ilettiği mesajların etkisi büyük. Ancak kuşkusuz daha önemlisi 19 Mayıs’ın bir başlangıç günü olarak taşıdığı sembolik anlama yapılan vurgunun her geçen yıl artırılması. Tarih yazmaya bir yerden başlanacaksa, takdir edersiniz ki, nereden başlanacağı konusu bir yerden sonra karar konusu oluyor. Kurtuluş Savaşı’nın sembolik başlangıç günü de işte o yıllarda belirmeye başlıyor.

Bununla beraber o yıllarda her Mayıs ayı yurt genelinde göze çarpan başka bir uygulama daha var. Bu uygulama aslında Osmanlı’nın son yıllarında maarif takvimine girmiş fakat takip eden yıllarda savaştan, açlıktan, yoksulluktan unutulup geri planda kalmış…

Genç Cumhuriyet Osmanlı’da bahar aylarının gelişiyle spor şenliği, öğrenci bayramı, jimnastik şöleni vb. isimlerle anılan öğrenci etkinliklerini 1927 yılından itibaren ‘Talebe Bayramı’ olarak yeniden ayağa kaldırmayı amaçlıyor. Talebe Bayramı’nın en önemli parçası ise ayrı bir başlık olarak düzenlenen İdman Bayramı oluyor. Bu kapsamda her Mayıs ayında bütün orta dereceli okullardan binlerce öğrenci koreografik beden eğitimi gösterilerine ve yurt genelinde okullar arası spor müsabakalarına katılıyor. Evrensel, çağdaş kıyafetlerle, olimpik branşlarda gerçekleşen müsabakalar kimi illerde halkın da yoğun katılımıyla büyük spor organizasyonlarına dönüşüyor.

1937’de Milli Eğitim Bakanlığı bir genelge ile İdman Bayramı’nın tüm illerde 19 Mayıs’ta başlatılmasını karar altına alıyor. Bu da 19 Mayıs’ı ulusal ölçeğe yayan en önemli adım oluyor. Öğrencilerin İdman Bayramı böylece, daha fazla törensel unsur ilave edilmesiyle yeni bir biçim kazanmaya başlıyor. Bir yıl sonra, 1938 Haziran’ında ise ‘19 Mayıs, Gençlik ve Spor Bayramı’ TBMM tarafından resmen kabul ediliyor.

Bu isme daha yakın bir tarihte 1981 yılında ‘Atatürk’ü Anma’ öbeğini ekleyenler ise 12 Eylülcüler oldu. Onların icat ettiği ‘Gardırop Atatürkçülüğü’ tabir edilen, bütün güzel şeyleri kapsadığı iddia edilip esasen bu sebeple hiçbir anlama denk düşmeyen, hiçbir ilerletici yan taşımayan, aptallaştırıcı bir “Atatürkçülük” türüdür. Kenan Evren çetesi işte bu ilerletici/ayrıştırıcı referanslardan tamamen arınmış, dev heykel ve bayraklardan ibaret Atatürkçülük türünün mucitleridir. Tanrı, Devlet ve Para dışında herhangi bir şeye inanç duymanın yasaklandığı düzenin mimarları...

Sonuçta 19 Mayıs, Cumhuriyetin kabul ettiği, yasalaştırdığı beşinci bayramdı. Tarihine bakıldığında anlaşılacağı üzere Cumhuriyet'e yakışıyordu. Fakat bugüne gelindiğinde bu bayramın, ne spor ne de gençlik bağlamında canlı bir anlam ifade ettiği söylenebilir.

Peki canlı olmasa da, ne anlam ifade ediyor bu gün?

Güya bir ulusal bayramdan söz ediyoruz, sokaktan geçenlere 19 Mayıs’ın anlamını soralım. Ortaya çıkan tablonun herhalde bir ortaklık duygusu vermeyeceği açıktır. Tamam, sömürü ortadan kalkmadıkça bir toplumun herhangi bir konuda yekpare anlam bulması pek de hayırlı değildir ve bu açıdan bazı ayrılıklar sağlık ve dinamizm göstergesidir. Ama bugünkü tablo ne yazık ki sağlıklı bir ayrışmadan çok bir dağılmaya işaret ediyor.

İşte bu açıdan kapanmadı 12 Eylül dönemi…

Öyle çabucak kapanacak bir parantez gibi açılmamıştı çünkü. Takip eden yıllarda karşı-devrim galebe çaldı, cumhuriyet yıkıldı. Bu hesaplaşma eninde sonunda bir semboller savaşıdır da. Ve ne acıdır ki 12 Eylül’ün dayanaksız bıraktığı, fikirlerden arındırdığı sembollerin cumhuriyet namına savaşacak hâlleri kalmadığını gördük.

Yani patron takımının sırtlarında yük gibi görüp kurtulmak için Erdoğanların öncülüğünde açıktan kavga etmeyi göze aldıkları Cumhuriyet çoktan dayanaksız bırakılmıştı. 12 Eylül zayıflattı, etkisizleştirdi, biçimsiz ve anlamsız sembollerle donattı ve kumdan kale haline geldi Cumhuriyet… Gerek şartları, en temel fikir ve ilkeleri ortada yoktu. Sembollerine saldırıldığında onlara sahip çıkan, göğsünü siper eden yığınlar ise esasta neye ve nasıl sahip çıkacaklarını büyük oranda unutmuştu.

AKP Mustafa Kemal’le kavga etmeyi işte böyle göze alabildi…

Bugün halk her şeye rağmen sarılıyor Mustafa Kemal’e, deyip avunanlar var. Evet, bu sarılışın cumhuriyete sarılmak olduğunu düşünmek bazıları için mutluluk verici olabilir. Ama 12 Eylül’ün mucidi olduğu türden Atatürkçülüğün cumhuriyete fayda getirmediği, cumhuriyetin yıkılışında kurulmuş bir tuzak olduğu asla unutulmamalı. Yani biçimsiz, ne dediği belli olmayan, programsız bir yöneliş kimseyi avutmamalı.

23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim bu tarihler bize bugün yürünecek bir yolu hatırlatıyor. Kazanıncaya kadar omuz omuza sürmesi gereken cumhuriyetçiliğin mücadele ortaklığını… Bu ortaklığın bugün en kuvvetli zemini olmaya aday Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’ne dönüyoruz yüzümüzü bu günlerde.

Çünkü biliyoruz ki;

Türkiye’de Cumhuriyetçilik tutarlı, güçlü ilkelere yerleşmek; somut, elle tutulur bir programa sahip olmak ve tarihsel cumhuriyet mevzisi için dişe diş savaşmak zorunda.

Mücadele olmadan bugün bayram olmaz.

Yeni bir ülke umuduyla, yeni başlangıçlarla beraber anılması gereken gençlik; yaşama sevincine yeniden sarılmak, karamsarlığa teslim olmadan ülkesine duyduğu sevgiyi sorumluluk duygusuyla harmanlamak zorunda.

Gençlik olmadan bugün bayram olmaz.

Spor alınır satılır bir mal olmaktan çıkarılıp hayatın tümüne yayılmış, insanları kaynaştıran, bireyleri kuvvetlendiren, gençlerin kendilerini keşfetmelerine olanak sağlayan, bizi sağlıklı, dinamik bir ‘toplum’ haline getiren unsurlardan biri haline gelmek zorunda.

Spor toplum için olmadan bugün bayram olmaz.

Cumhuriyet yeniden kurulmak zorunda. Bunun için bu halk asalakları sırtından atmak zorunda. Hayatla, memleketle, insanla yeniden ve sımsıkı bir bağ kurmak zorunda.

Devrim olmadan bugün bayram olmaz!

Ama elbet bu ülke bir gün bayram yeri olur…