"AKP-CHP ele ele onaylıyor bu satışları, büyük bir uyum içinde satıyorlar halkın kaynaklarını."

Ankara’yı satıyorlar

Atatürk Orman Çiftliği’nin hikayesiyle başlayalım…

Hikayenin arka planı sanıyoruz herkesçe biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda direnişin son merkezi, karargâhı olan, geri kalmış bir Anadolu kasabası görüntüsündeki Ankara, tarihin bu çok zorlu sınavından Başkent olarak çıktı.

Sonrasında her şeyin en ince ayrıntısıyla planlanmaya çalışıldığı bir kent kurgusu çıktı ortaya.

Bu çorak başkentin hayat damarlarından birisi de Atatürk Orman Çiftliği oldu.

Modern tarım ve sanayi tekniklerinin uygulandığı bir kent çiftliğiyle başladı hayal, bu yönde çok kapsamlı bir çalışma başlatıldı Mustafa Kemal eliyle.

Bataklık ve çorak bir alandan kentin nefes alacağı yeni bir merkez çıktı ortaya.

Mesire alanları, parklar, eğlence mekanları, yüzme havuzları yapıldı. Kent yeni bir çehreye kavuşurken, Atatürk Orman Çiftliği bu çehrenin en özel noktalarından biri oldu.

Meyve suyu fabrikası, bal fabrikası, dondurma fabrikası, ziraat aletleri ve demir üretim ve onarım fabrikası, süt ve süt ürünleri imalathaneleri, deri fabrikası, bira fabrikası ve dahası... Hepsi bu alanda hayata geçirildi.

Sonrası mı?

Cumhuriyet nasıl bu düzen eliyle lime lime edildi, parsel parsel satıldıysa, Atatürk Orman Çiftliği de aynı akıbete uğradı.

Önce 50’lerde yasal olarak çiftliğin yağmasının önü açıldı, sonra açılan bu kapıdan düzenin kâr hırsı bütün ihtirasıyla içeri girdi.

Uzun uzun bu yağmanın tarihçesini vermek niyetinde değil bu yazı, bu yağmanın özel bir dönemine ve bu dönemin sürekliliğine işaret etmek istiyoruz.

***

Atatürk Orman Çiftliği denilince akla gelen ilk şeylerden biri, bin odalı Saray.

Çiftlik arazisi yağmalanarak yapılan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, bu yağmanın en büyük sembollerinden biri olarak başkent semalarında yükseldi.

Melih Gökçek ve AKP iktidarı, çiftliğin yağmalanması, ranta açılması konusunda çok büyük bir gayret gösterdiler.

Ancak bu yazının konusu, Gökçek ve AKP’nin Atatürk’ün mirası olarak değerlendirilen çiftliği nasıl yağmaladıkları veya sattıkları değil tek başına.

Bu yazının konusu olan güncel bir gelişme var…

O gelişmenin merkezinde, Ankara’nın CHP’den belediye başkanı seçilen ülkücü ismi Mansur Yavaş bulunuyor.

23 Mayıs’ta Atatürk Orman Çiftliği Arazisi’nin Yenimahalle İlçesi sınırlarında bulunan bir bölümü, CHP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından ticarethane yapılması için satılıyor.

Nasıl olur da cumhuriyetin kurucu partisi tarafından, cumhuriyetin kurucu isminin başlattığı Çiftlik projesinin bir bölümü ticarethane yapılması için satılır diye az da olsa şaşıranlar olur sanıyoruz.

Onlara kötü bir haberimiz var…

Bu ilk değil!

Ankara’da verilen kent mücadelesinin önemli parçalarından birini oluşturan geçtiğimiz dönemki Mimarlar Odası Şubesi yönetimi, 2022 yılında bir açıklama yapıyor ve AOÇ’yi hedef alan Gökçek projelerinin neredeyse tamamının Mansur Yavaş eliyle sürdürüldüğünü belirtiyordu: “ODTÜ ve AOÇ’de geçirilen yollarla ve pek çok projeyle Gökçek’in cesaret edemediği kötülükler bu dönemde projeye dönüştürülüyor…  AOÇ ve ODTÜ’deki yollar ve katlı kavşaklar gibi Gökçek’in kendi eliyle çizdiği projeler hayata geçiriliyor.” 

Kötü haber bitmedi, gerçekten Ankara tıpkı Gökçek döneminde olduğu gibi, parsel parsel satılıyor.

Satan isimler, satılan isimler değişince, halkın kaynaklarının yağmalandığı gerçeği değişmiyor!

Ortada AKP’den CHP’ye uzanan bir süreklilik var.

Anıtpark Forum duyurdu, 23 Mayıs’ta sadece AOÇ arazisi değil, Ankara’da halka ait olan 161 bin 915 metrekare arsa satılacak! Sadece iki gün sonrasında 76 bin metrekarelik bir arsa satışı daha yapılacak.

Aynı Yavaş seçimden hemen önce, 1 Şubat tarihinde 2,4 milyar liraya kentin 19 taşınmazını daha satmış, bunun dışında görev süresi boyunca yapılan taşınmaz satışı 100’e yaklaşmıştı.

Ne diyeceğiz, bütçesi yok, belediyede çoğunluğu olmadığı için (ki artık çoğunluğun da sahibi) mecbur kalıyor bu adımlara mı? 

Hayır, AKP-CHP ele ele onaylıyor bu satışları, büyük bir uyum içinde satıyorlar halkın kaynaklarını.

Mecburiyet ilişkisi kurup halkın kaynaklarının satılmasını meşrulaştırmak isteyenler varsa biz de bir hatırlatmada bulunalım. Anıtkabir’in dibine, konservatuarı yıkarak cami yapmak isteyen Melih Gökçek’e mahkeme dur demiş, o dönem CHP’li meclis üyeleri bu konuda itirazda bulunmuş hatta dava açmıştı. Şimdi aynı alan, üstelik konservatuar ve alandaki okul yıkılarak Mansur Yavaş eliyle, Diyanet Akademisi’ne teslim edilirken, tek bir CHP’li meclis üyesinin karşı çıkmaması, hepsinin AKP ile el ele projeye onay vermesi de mi mecburiyetten? 

Ortada zorunda kalındığı için atılan tek bir adım yok. Bu adımların hepsinin doğru olduğuna yönelik kesin bir düşünce ortaklığı var. O nedenle Mansur Yavaş da “babalar gibi satıyorum” diyebiliyor halkın kaynaklarını, tıpkı kendisinden önceki AKP’li belediye başkanları gibi.

Bu tabloda en çok güvendikleri şey, yaptıklarına kimsenin karşı çıkmayacağına dair duydukları rahatlık. Bunun böyle olmadığını Ankaralılar göstermek zorunda, başka bir yol yok.

Yoksa Yavaş Anıtkabir’in dibine Diyanet Akademisi yapmanın, belediyeyi TÜGVA’cı daire başkanlarıyla doldurmanın, belediyenin her yerini ülkücü kadrolarla doldurmanın fazlasını yapabileceğini göstermiş durumda.

Bu tabloya, Ankara'nın yağmalanmasına, bunun AKP-CHP ortaklığıyla devamına dur demek, buna karşı mücadele etmek zorundayız.