PAZAR SÖYLEŞİSİ | ODTÜ'den yola çıkan beyaz motosiklet: 'Devrimin Beyaz Küheylanı'

'Motosiklet, ‘devrim' tutkusuyla ODTÜ’den yola çıkıyor ve Sanasaryan Han’daki işkencelerden; Kartal/ Maltepe Askeri Cezaevi’nde, Mamak’taki tutsaklıklardan sonra Karşıyaka’da duruyor.'

Burcu Günüşen

"Beyaz Motosiklet, Devrimin Beyaz Küheylanı" belgesel filminin ilk gösterimi Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş’in idam edildiği 6 Mayıs’ın 50. yıldönümünde Ankara’da yapıldı.

1968’de üniversiteye başlayan ve öğrenci hareketlerine katılan, dönemin öğrenci liderlerinin yanında mücadele eden Tayfur Cinemre’nin motosikleti ile ODTÜ’den başlayıp, işkencehaneye, hapishaneye, arkadaşlarının katledilmesine tanıklığına giden yolculuğunu anlatan filmi, yönetmeni Aslı Esma Karaca ile konuştuk.

Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş’in Şarkışla/Gemerek’te yakalandıkları beyaz motosikletin peşine düşmesinin 20 yıllık bir geçmişi olduğunu anlatan Karaca, "Motosiklet, ‘devrim’ tutkusuyla ODTÜ’den yola çıkıyor ve Sanasaryan Han’daki işkencelerden; Kartal/ Maltepe Askeri Cezaevi’nde, Mamak’taki tutsaklıklardan sonra Karşıyaka’da duruyor. Motosikletle taşınanlar ise Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Cihan Alptekin. Bu izlek üzerine oturttuğumda hikayeyi aktarabilmek mümkün hale geldi” diyor.

Karaca ile filmin uygulayıcı yapımcısı Sibel Tekin’i buluşturansa 10 Ekim Ankara Gar Katliamı oluyor. Karaca bunu “tuhaf bir ironi” diye niteliyor.

ODTÜ’den yola çıkan bir beyaz motosikleti takip ederek bize Denizler’in tam bağımsız ve sosyalist bir Türkiye için çıktıkları yolu anlatıyorsunuz? İlk gösterimi Denizler’in idamının 50. yılında Ankara’da yapılan bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?

İlk gençlik yıllarımdan bu yana okuyup etkilendiğim 68 kuşağının insanlarına ve mücadelelerine karşı hissettiğim ve net olarak açıklayamadığım bir şeyler var. Belki 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilenlerle aynı gün doğmuş olmamla fizik ötesi bir bağlantısı vardır, bilmiyorum. Onları bir şekilde anlatma isteği benim tutkumdu. Yaklaşık 20 yıllık bir geçmişi var motosikletin peşine düşmemin.

Okuduğum kitapların birinde Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş’in Şarkışla/Gemerek’te yakalandıkları beyaz motosikletin “Tayfur Cinemre”ye ait olduğunu öğrendiğimde aynı soyadını taşıyan doktor arkadaşım Okan’ı aramamla başladı motosikletin hikayesi. Tayfur Cinemre’nin Okan’ın amcası olduğunu ve İstanbul’da yaşadığını öğrendiğimde onunla tanışıp hikayeyi dinlemeyi kafama koymuştum. Sanıyorum 2000’li yılların başıydı. Okan’ın dayısı da 1983’te idam edilen teğmen Ömer Yazgan’dır. 12 Eylül yönetiminin el koyduğu son mektubu ailesine verilmemiş olan Ömer Yazgan… İdamından 25 yıl sonra ortaya çıkarılan o mektubun son cümleleri şöyledir: “… Az sonra son görevimi yapmak üzere darağacına çıkacağım. Sloganlarımı haykıracağım, dizlerim titremeyecek. Yirmi yedi yaşına bastığım bu gecenin sabahını kimse unutmayacak. Ellerinizden öperim. Tek Yol devrim. Kahrolsun Faşizm.” O da anlatılası ayrı bir hikayedir.

10 Ekim 2015’te Ankara Garı’nda 102 barış elçisinden biri kuzenim Ata Önder Atabay’dı. Aradan geçen onca yıla rağmen daha hakça bir dünya diyen, barış diyen, eşitlik diyen insanların kaderi değişmiyordu. Bunun bende yarattığı travma, 68 kuşağını anlatma tutkusuyla birleşti.

Bir video eylem aktivisti olarak sokak eylemlerini kayda geçirmekle gelecek kuşaklara tarih kaydı bırakan Sibel Tekin ile 10 Ekim’den dolayı tanıştım. Bu tanışıklık, yıllardır anlatma hayalini kurduğum motosikletin hikayesini görünür hale getirdi. Ben ne yapmak istediğimi, neyi anlatmak istediğimi uzun yıllardır biliyordum. Bunu teknik olarak nasıl yapacağımı bilen de Sibel’di. İkimizi bir araya getirenin, 10 Ekim katliamı olması da tuhaf bir ironidir.

Tayfur Cinemre’nin anlatımıyla dönemi yansıtıyorsunuz. ODTÜ’den Sansaryan Han’a, Ulucanlar Hapishanesi’ne bir dizi farklı mekanda yapılan çekimler sanırım henüz sürerken Cinemre ani bir rahatsızlıkla yaşamını yitirdi. Film Cinemre’nin ölümü sonrasında tamamlanabildi. Planladığınız bazı çekimleri ise yapamadınız sanırım. Bunlar nelerdi?

Bu süreçte öğrendiğimiz ve hep dillendirdiğimiz bir şey var: 68 kolektif bir hareketti. Bu kolektivizm aslında tüm hikayeleri birbirinin içine geçiriyor ve içlerinden birini seçip münhasıran anlatmak mümkün olmuyor, belki de olmamalı zaten. Beyaz motosiklet de kuşağın tüm önemli olaylarının ortasından geçiyordu ve nereden tutup nasıl anlatacağımı bir türlü kestiremiyordum. İkinci üniversite olarak DTCF tiyatro bölümünü bitirdim. Hikayenin malzemesinin sinematografik olduğunun farkındaydım. Bu sebeple yıllar boyunca, Dil Tarihteki sinemaya meyilli arkadaşlarıma, hocalarıma kafamdaki motosiklet hikayesinden bahsedip durdum. Sevgili Birol Tezcan, Cemil Cahit Selimoğlu, Halil Özer, tez danışmanım Tülin Sağlam...

Arkadaşım Halil Özer ile uzun süren tartışmalarımız, hikayenin sarmallı yapısının içinden çıkmamı sağlayacak bir yol hikayesi ortaya çıkardı: Motosiklet, “devrim” tutkusuyla ODTÜ’den yola çıkıyor ve Sanasaryan Han’daki işkencelerden; Kartal/ Maltepe Askeri Cezaevi’nde, Mamak’taki tutsaklıklardan sonra Karşıyaka’da duruyor. Motosikletle taşınanlar ise Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Cihan Alptekin. Bu izlek üzerine oturttuğumda hikayeyi aktarabilmek mümkün hale geldi.

Sanasaryan Han'daki çekimlerden...

Çekimleri kısa bir sürede tamamladık aslında ancak kaba kurgu çalışmasından sonra eksikliğini hissederek planladığımız Antalya/ Elmalı yolunda motosikletli çekimler, Cihan Alptekin’in köyü Oce’deki çekimler, Kızıldere çekimlerini ve hatta Şarkışla/Gemerek hattı yol çekimlerini de düşünmüştük, bunları yapamadık. Çünkü sevgili Tayfur Cinemre’yi çok ani bir biçimde kaybettik. O da çok heyecanlanmıştı, çekimler için tarih belirliyorduk. Yazışmalarımız halen duruyor…

‘Bizim küheylanı anlatmaya gelmişler…’

'Devrimin Beyaz Küheylanı' adı nereden geliyor? Adana’ya örgütlenmek için giderken Hüseyin İnan’ın Toroslar’da Tayfur Cinemre’ye mırıldandığı türküden mi?

Tayfur Cinemre beyaz motosikletine “küheylan” diyordu: “Bizim küheylan”ı anlatmaya gelmişler” demişti bir arkadaşına bizi tanıştırırken. Aslında ilk çalışmalardan itibaren kullandığımız isim “Motosiklet Hikayesi/ Beyaz Motosiklet” idi. Hele bir bitsin, görelim ismine karar veririz diyorduk. Tayfur Cinemre’yi kaybedince filmin adında ondan bir iz olsun istedim.

Tayfur Cinemre’nin bize aktardığı Hüseyin İnan’ın Toros’lardaki motosiklet yolunda mırıldandığı “Beyaz Atlı” türküsü filmin motivasyonlarından biri oldu benim için. Çünkü beyaz atlı türküsünün sözleri, beyaz motosikletin metaforları ile birebir örtüşüyordu.

Beyaz atlı şimdi geçti buradan
Süvarisi can evinden vurulmuş
Çıksın dağlar taşlar gayri aradan
Beyaz atın süvarisi yorulmuş…

Beyaz atın süvarisi Tayfur Cinemre idi. Onu can evinden vuran “devrim”di. Beyaz motosikletle Nurhaklar’a götürdüğü Sinan Cemgil idi ve Tayfur Cinemre bunca kayıptan sonra yorulmuştu…

Dağlar taşlar bu hasretten eridi
Yollarını kara duman bürüdü
Hak yoluna beyaz atlı yürüdü
Beyaz atlı şimdi geçti buradan…

Dağlar ve taşlar “devrim” hasretinden erimişti. Yolları bürüyen kara duman 12 Mart idi. Beyaz atlı hak yoluna, halk yoluna yürüyordu…

İstanbul’da Tayfur Cinemre’nin ölüm yıldönümünde ODTÜ Mezunlarınca düzenlenen anmada filminiz gösterildi. Buradaki söyleşide Sibel’in (Tekin) dikkat çektiği bir şey vardı. Verilen mücadelenin kolektif niteliğiydi bu. Bunu biraz açar mısınız?

68 mücadelesi kolektif bir mücadeleydi, topyekün bir hareketti. Aralarından biri ya da diğerinin üstünlüğü, liderliği söz konusu değildi. Mücadele içinde gerek bilgi birikimiyle, gerek liderlik vasıflarıyla gerekse fiziksel yapısı ve ataklığıyla öne çıkanlar vardı ancak bu, hiçbir zaman yöneten/yönetilen ilişkisi olmamıştı. Hepsi sıra neferiydi. Bize bunu anlatan, gösteren Tayfur Cinemre oldu. Peşine düştüğüm onun hikayesiydi ama o bana 68’i tekil biçimde anlatamayacağımı öğretti. Çekimlere yoldaşlarını ve onların hikayelerini de dahil etti.

Filmin yapım sürecinde Tayfur Cinemre’nin yoldaşlarıyla tanışmak iki de kitap ortaya çıkardı: Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından 2020’de yayımlanan “Hasan”, idamları engellemek için Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’i rehin alma girişiminin faillerinden Hasan Ataol’u anlatıyor. 6 Mayıs 2022’de Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan “Mete” ise, dört Amerikalı’nın kaçırılması eyleminde yer alan ve o gece yakalanan Mete Ertekin’i anlatıyor. Bunlar 68’in topyekün karakteristiğinden ortaya çıktı.

Sibel’in de İstanbul’da vurguladığı gibi filmin üretim süreci, dönemin ruhuna uygun olarak kolektif bir emekle gerçekleşti. Cahit Berkay filmin ruhunu yansıtan müzikleri yaptı. Sena Şat çizimleriyle filmi tekdüzelikten çıkarıp görünür hale getirdi. Gürcan Öztürk kamerasını yüreğini katarak kullandı. Altuğ Akarpa 68 model beyaz Jawa motosikleti Antalya’dan Ankara’ya getirerek filme başlamamızı sağladı, Tayfur Cinemre ile planladığımız ancak gerçekleştiremediğimiz Antalya dağ yolu çekimlerini yaptı. Ankara’daki ilk çekimlerde Namık Uğur kameramanlığımızı yaptı; Erol Üçem set fotoğraflarını aldı. Gökçen Taner afiş tasarımını gerçekleştirdi. Post Prodüksiyon ve renk düzeltmeyi Yusuf Şen yaptı. Altyazıları Özge Kayakutlu çevirdi. Beni tüm ekiple buluşturan sevgili Sibel Tekin oldu.

Tayfur Cinemre ve Cihan Alptekin. 31 Mayıs 1971'de Tekirdağ'da yakalanmalarının ardından...

Filmin finansmanını da Dr. Cihan Karaca yaptı ki o da ismini aldığı Cihan Alptekin’e kendini borcunu ödemiş oldu. Burada Cihan’ın bir hastasının yıllar önce ona yazıp gönderdiği bir anlatıyı paylaşmak isterim:

Adı Cihan’dı. Toplumun en saygın bir mesleğini yapıyordu. “Cihan” adı çoğunlukla Karadeniz bölgesinde verilir. Birden sordum: “Karadenizli misiniz?” “Değilim” dedi. “Ama, adım bir Karadenizli’den geliyor.” “O Karadenizli kim?” “Cihan Alptekin”. İkimiz de sustuk…

Benzerlerinden farklı olarak marşlara ya da sloganlara yer verilmemesine karşın filmin etkisinden bir şey kaybetmemesi dikkat çekiyor. Bu özel bir tercih miydi?

Bu kesinlikle bilinçli bir tercih. Yaptığımız işin kahramanlık hikayesi haline gelmesi 68’in değerleriyle örtüşmezdi. Hikayenin abartıdan, duygu sömürüsünden, hamasiyetten, efsanelikten uzak bir insanlık hikayesi olarak anlatılması gerekiyordu. Çünkü bu gerçek insanların, gerçek hikayeleriydi. Ama çalışırken Gündoğdu marşını, Dev-Genç marşını defalarca dinledik tabii, bilhassa çok yorulduğumda, filme dair umutsuzluğa kapıldığımda dönüp dönüp dinlemişliğim vardır.

Sanırım filmin festivallerde gösterilmesi için başvurularınız var. İzlemek isteyenler için yakın tarihli bir gösterim var mı gündeminizde?

Ben, tüm derdi 68’i anlatmak olan; belki de bu amaçla ikinci üniversiteyi DTCF Tiyatro bölümünde okuyan bir eczacıyım. Hikayeyi anlattım ve mümkün olduğunca çok insana, bilhassa gençlere ulaşmasını murat ediyorum. Bunun yolunu, yordamını bilen Sibel bir profesyonel olarak gösterim ve festival sürecimizi de yönetiyor.