Díaz-Canel: Küba asla kollarını kavuşturup oturmadı (I)

Küba sadece ablukaya karşı direnmekle kalmadı, aynı zamanda bu koşullar altında ilerledi, katkılarda bulundu, bir ulus olarak büyüdü ve gelişim gösterdi.

Ignacio Ramonet

İspanyol-Fransız yazar ve gazeteci Ignacio Ramonet'nin Küba Devlet Başkanı ve Küba Komünist Partisi Merkez Komite Birinci Sekreteri Miguel Díaz-Canel ile yaptığı söyleşi 15 Mayıs 2024’te Cubadebate’te yayımlandı.
Söyleşiyi Nahide Özkan Türkçeye çevirdi.

Ignacio Ramonet: Sayın Başkan, öncelikle bizimle bu röportajı yapma nezaketini gösterdiğiniz için size çok teşekkür etmek istiyorum.

Yaklaşık on sorudan oluşan bu röportajı üç bölüme ayıracağız: birinci bölümde iç politikaya, Küba’daki iç duruma; ikinci bölümde ekonomiye, yani Küba’daki ekonomik duruma; üçüncü bölümde ise uluslararası politikaya yer vereceğiz.

O halde iç politikayla ilk sorumu şu şekilde sorayım:

Küba’da günlük yaşam pek çok aile için son iki üç yıl içinde özellikle zorlaştı: gıda sıkıntısı var, enflasyon var, kamu hizmetlerinde eksiklikler var. Amerika Birleşik Devletleri’nin hukuka aykırı bir şekilde uyguladığı iktisadi, ticari ve mali abluka hep yürürlükteydi. O yüzden size şunu sormak istiyorum: son zamanlarda durumun bu kadar kötüleşmesine yol açan şey ne?

Miguel Díaz-Canel: Ramonet, her şeyden önce bu söyleşi fırsatını yarattığın için ben sana teşekkür ederim; seninle görüşlerimizi paylaşmak ve senin görüşlerini dinlemek hep çok ilgi çekici oldu. Bana çok ilgi çeken bir soru sormuş oldun; çünkü bu kadar uzun süredir abluka varken şu anki ablukayı ayırt eden şeyin ne olduğu sorusunu birçok kişi soruyor.

Öncelikle günümüzde ablukanın niteliksel olarak farklı bir karakter taşıdığı gerçeğinden yola çıkmamız gerektiğini düşünüyorum; bugün ağırlaştırılmış bir ablukadan bahsediyoruz ve üstelik bu ağırlaşmayı katmerleştiren bir başka faktör daha var: ABD Hükümeti’nin terörü desteklediğini iddia ettiği ülkeleri keyfince sıraladığı düzmece listeye Küba’nın da dahil edilmesi.

Her şeyden önce bir karşılaştırma yapacağım; belirli bir andan diğerine nelerin değiştiğini göstermenin en iyi yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Kübalılar için hayatın 2019 yılına veya 2019 yılının ikinci yarısına kadar nasıl olduğunu, 2019’un ikinci yarısından sonra nasıl olduğu ile karşılaştıralım.

Her şeyden önce, altmış yılı aşkın bir süredir ablukanın bize dayattığı kısıtlamalara ve olumsuzluklara maruz kalmış bir ülkeyiz; yasadışı, haksız, politik açıdan çağdışı bir abluka… Hepsinden önemlisi, Birleşik Devletler Hükümeti’nin kibirli bakış açısının ürünü olan bir abluka…

Küba asla kollarını kavuşturup oturmadı; biz bir direniş yeteneği geliştirdik. Hatta COVID-19’da yaşadığımız deneyimlerden sonra bunun yaratıcı bir direniş olduğunu bile söyleyebilirim; çünkü ülkemiz sadece ablukaya karşı direnmekle kalmadı, aynı zamanda bu koşullar altında ilerledi, katkılarda bulundu, bir ulus olarak büyüdü ve gelişim gösterdi; yani yaptığımız şey sadece direnip başka şey yapmamak değildi.

Devrimin sahip olduğu tüm o anlayış ve stratejiler çerçevesinde belirli bir iktisadi faaliyet seviyesini, ihracat seviyesini, halkımız için büyük önem taşıyan sosyal programlara destek vermeyi sürdürebildik ve yaşadık; sana kesinlikle söylediğim gibi iktisadi kalkınmamızın önündeki en büyük engeli teşkil eden abluka nedeniyle hayallerimize set çekilmiş, özlemlerimiz yavaşlatılmış olsa da bunu başardık. Ben her zaman şunu söylüyorum: abluka altındayken bu kadar çok şey yapabildiysek, abluka olmadığında neler yapmazdık. Elbette bunlar çalışmalarla, kanıtlarla, veri analizleriyle teze dönüştürülmesi gereken hipotezler; şu anki konumuz bu değil.

2019 yılında bu ülke, kendi ürettiği ve uluslararası piyasada rekabet yeteneği olan bazı ürünleri ihraç ediyor ve buradan ihracat gelirleri elde ediyordu, çünkü ülkenin ekonomik faaliyetlerinde bir canlılık vardı. Ülkeye önemli miktarda işçi dövizi giriyordu; turizmden kayda değer düzeyde gelir elde ediliyordu -yılda dört buçuk milyona yaklaşan turist sayısına ulaştığımızı hatırlayın- ve çeşitli finans kuruluşlarından aldığımız krediler, çok iyi ilişkilere sahip olduğumuz ülkelerden gelen hükümet kredileri ve ayrıca çeşitli projeler geliştirmemize ve mevcut projeleri desteklememize olanak tanıyan program ve ajans kredilerimiz vardı.

Öte yandan, dost ülkelerle, kardeş ülkelerle yaptığımız anlaşmalar temelinde istikrarlı bir yakıt tedarikimiz vardı; bu anlaşmalar sayesinde elde ettiğimiz döviz gelirinin neredeyse hiçbirini yakıt için harcamak zorunda kalmıyorduk, çünkü tedarik ettiğimiz yakıtın tüm giderleri bu kardeş ülkelere sağladığımız çeşitli hizmetlerden karşılanıyordu.

Dolayısıyla, tüm bu koşullar altında, ablukanın getirdiği sınırlamalarla yapabildiğimiz ölçüde ana üretim süreçlerimizi geliştirmek için hammadde ithal etmemize olanak tanıyan döviz gelirimiz vardı; temel gıda sepetini karşılayacak gıdayı satın alabiliyorduk, hatta dükkanlara koymak için başka gıda ve mallar da satın alabiliyorduk -o zamanlar bunlar CUC ile işleyen dükkanlardı, iç piyasada ulusal para birimiyle işleyen dükkanlar da vardı-, dolayısıyla iç piyasamız belirli bir arz seviyesine sahipti.

Belirli bir döviz rezervimiz vardı; devlet kontrolü altında işleyen ve dövizin ulusal para birimi cinsinden eşdeğeriyle alınıp satılmasına imkân sağlayan yasal bir döviz piyasamız mevcuttu. Küba’ya yatırım yapmış olan ülke ve şirketlere olan borç yükümlülüklerimizi ödeyebilmemizi mümkün kılan kabul edilebilir düzeyde bir kapasitemiz vardı. Ayrıca ekonomimizin en önemli girdilerini oluşturan yedek parçaları satın almamıza imkân sağlayan bir nakit kapasitemiz de mevcuttu.

Dolayısıyla, iç piyasada belirli bir arz vardı ve enflasyonun düşük seviyelerde kalmasını sağlayan yeterli bir arz/talep oranı mevcuttu.

Tüm bunlar bir geri besleme döngüsü yaratıyordu: Üretken süreçlerin, üretken faaliyetlerin iyi seviyelerde olması daha fazla ihraç edilebilir kaynak yaratıyor, daha fazla gelir sağlıyordu; turizm gelişiyor, daha fazla gelir sağlıyor ve tüm bunlar bir döngü halinde devam ediyordu. Nihayetinde henüz arzu ettiğimiz refaha erişememiş olsak da belirli bir istikrar durumuna ulaştığımızı söyleyebilirim. İktisadi-sosyal sistemimizi daha da iyileştirme sürecindeydik; 2030’u hedef alan Ulusal Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Planı’mızla bağlantılı bir dizi öneri, vizyon, varsayım ve kılavuz eşliğinde yolumuza devam ediyorduk.

Ignacio Ramonet: Bu süreç 2019’a kadar sürdü.

Miguel Díaz-Canel: 2019’un ikinci yarısına kadar.

Trump yönetimi 2019’un ikinci yarısında ablukayı sertleştiren 240’tan fazla yaptırım uyguladı ve işte ilk kavramımız burada devreye girdi: sertleştirilmiş abluka. Ablukayı sertleştirdiler ve hatta Helms-Burton Yasası’nın daha önce hiç uygulanmamış olan üçüncü bölümünü ilk kez uygulamaya soktular. Bu bölüm özellikle yabancı yatırımcılar, halihazırda yatırım yapmış olanlar ve yatırım yapmayı düşünenler üzerinde muazzam bir baskı yaratıyor ve Devrimci Hükümetin Devrimin ilk yıllarında haklı olarak gerçekleştirdiği müsaderelere konu olan şirketlere destek sağlıyor.

Devrimin insani bakış açısından hareketle, COVID-19 sırasında temel amacımız insanların hayatlarını kurtarmak oldu. Bu nedenle tüm çabamızı ve ülkeye giren az miktardaki döviz gelirinin önemli bir kısmını bu amaç doğrultusunda seferber ettik. Foto: Endrys Correa Vaillant

Bu sert önlemlerle birlikte tüm döviz geliri kaynaklarımız bir anda kesildi; turizm faaliyetleri önemli ölçüde azaldı çünkü ABD Hükümeti Amerikan halkının Küba’ya seyahat etme hakkını engelliyor; Küba’ya turist akışının en önemli kaynaklarından biri olan yolcu gemileri kaldırıldı; enerji ve finans alanında muazzam bir zulüm tertiplendi. ABD Hükümeti tarafından yaptırıma tabi tutulup baskı altına alınan 92’den fazla uluslararası banka veya finans kuruluşu Küba’yla olan finansal ilişkilerini durdurdu.

Ülkenin önemli gelir kaynaklarından biri olan işçi dövizleri kesildi; diğer yandan da bize istikrarlı bir şekilde yakıt sağlayan dost ve kardeş ülkelere baskı yapıldı, çok sayıda yaptırım uygulandı. Bunların sonucunda yakıt açığı vermeye başladık, döviz açığı vermeye başladık.

Bir tarafta bu iki mesela, diğer tarafta ise ulusal elektrik sistemimizin istikrarsız hale getirilmesi var. Aslında termoelektrik santrallerimizin çalışmasını ulusal ham petrolümüzle garanti altına alabiliyoruz; ancak termoelektrik santrallerimiz, özellikle pik zamanlarda ülkenin tüm elektrik talebini karşılamıyor ve esas olarak dizel ve akaryakıt ile çalışan, dağınık haldeki diğer jeneratörleri devreye almamız gerekiyor; bu yakıtları elde edemediğimizde ise enerji açığıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Öte yandan, döviz mevcudiyetimiz azaldığı için ulusal elektrik sisteminin bakımı için gereken girdileri ve yedek parçaları zamanında satın alamadık; üstelik bu sistem halihazırda belli bir düzeyde eskimiş bir sistem ki bu da daha fazla arıza yaşanmasına, bakım işlemlerinin daha uzun sürmesine yol açıyor. Tüm bunlar üst üste gelince ulusal elektrik sisteminin düzenli işleyişi bozuldu ve bu koşullar altında can sıkıcı elektrik kesintilerinden mustarip olmaya başladık. Bu kesintileri azaltmak için bir dizi iktisadi faaliyeti, bazı üretken faaliyetleri durdurmak veya sınırlamak zorunda bile kaldık.

Ve aynı döviz kısıtlamaları nedeniyle, önemli bazı üretim süreçlerinde ihtiyaç duyduğumuz belirli girdilerden ve hammaddelerden yoksun kalmaya başladık. Elimizdeki az miktardaki dövizi de yakıt alımına harcamak zorunda kalıyoruz ki daha önce bu sorunu çözecek başka mekanizmalarımız olduğu için harcamak zorunda kalmıyorduk.

Uluslararası piyasada fiyatlar yükseliyor; bunda dünyanın içinden geçtiği çok boyutlu krizin de payı var.

Ignacio Ramonet: Ve COVID-19 var.

Miguel Díaz-Canel: Bir süre sonra, 2020 yılında girdiğimiz COVID-19 var. Çok boyutlu krizin bir parçası olarak uluslararası piyasada fiyatların artması sorunu var; iklim değişikliğinin etkileri var. Tüm bu süre zarfında yoğun kuraklıklardan, yoğun yağışlardan ve ayrıca ekonomiye çok fazla zarar veren belirli şiddetlerdeki kasırgalardan etkilendik. Tüm bunlar ilaç kıtlığının, gıda kıtlığının, yakıt kıtlığının yaşandığı bir ortam yarattı.

Ignacio Ramonet: Ulaşımdaki zorluklar…

Miguel Díaz-Canel: Ulaşımdaki evet. Bunlar sosyal programlarımızı ve halkın refahını da etkiliyor ve son derece karmaşık bir durum yaratıyor.

Trump, 2020 yılının ilk ayında, Beyaz Saray’dan ayrılmadan yalnızca sekiz on gün önce, bizi teröre destek veren ülkeler listesine dahil etti.

Ignacio Ramonet: Terörü destekleyen ülkeler listesine dahil edildiniz.

Miguel Díaz-Canel: Böyle olunca birdenbire tüm bankacılık kuruluşları ve tüm finans kurumları bize kredi vermeyi kesti. Dolayısıyla bugün cari hesapla yaşayan bir ülkeyiz; yani bu hafta ne kazandıysak onu ülkenin -tek bir haftanın geliriyle asla karşılanamayacak- muazzam sayıdaki önceliği arasında bölüştürmeye çalışıyoruz.

Tüm bu nedenlerden dolayı, artan tüm bu ihtiyaçlar karşısında döviz mevcudiyetimiz de etkilenmeye başladı; artık ülkemizde yatırımı olan yabancı kuruluşlara yönelik kâr payı ödeme taahhütlerimizi yerine getirme, borçlu olduğumuz ülke ve şirketlere olan borçlarımızı zamanında ödeme konusunda da eski kapasitemize sahip değiliz.

Ignacio Ramonet: Ya da Paris Kulübü’ne… 

Miguel Díaz-Canel: Ekonomik faaliyetlerimizi geliştirmek, ihtiyaç duyduğumuz yoğunlukta mal ve hizmet sunmak için sahip olduğumuz kapasiteyi kullanamıyoruz; bu da arz ile talep arasında muazzam bir dengesizlik yaratıyor ve sonuç olarak fiyatlar yükseliyor, çok yüksek oranlı bir enflasyonla karşı karşıya kalıyoruz.

Öte yandan, yasal bir devlet döviz piyasasını verimli bir şekilde işletmemize imkân sağlayacak döviz mevcudiyetimiz yok; bu nedenle de yasa dışı bir piyasa ortaya çıkıyor.

Ignacio Ramonet: Paralelde işleyen bir karaborsa… 

Miguel Díaz-Canel: Paralel piyasa; döviz kurunu manipüle eden, neredeyse fiyatları bile belirleyici nitelikte bir unsur haline gelen, aynı zamanda enflasyon sorununu ağırlaştıran bir paralel piyasa.

COVID-19 işte bu koşullar altında hayatımıza girdi; üstelik COVID-19 sadece Küba’yı değil, tüm dünyayı etkiledi. Devrimin insani bakış açısından hareketle, COVID-19 sırasında temel amacımız insanların hayatlarını kurtarmak oldu. Bu nedenle tüm çabamızı ve ülkeye giren az miktardaki döviz gelirinin önemli bir kısmını bu amaç doğrultusunda seferber ettik: Başlangıçta, Küba biyoteknoloji endüstrisi tarafından başka hastalıklar için geliştirilmiş ancak COVID-19 için de belirli düzeylerde etkili olan ilaçları ve biyoteknoloji ürünlerini mevcut haliyle veya güncelleyerek kullandığımız hastalıkla mücadele protokolleri çerçevesinde…

Daha sonra, bilindiği üzere, bilim insanlarımızın muazzam çabaları, devasa gayretleri ve elde ettikleri -diyebilirim ki- örnek sonuçlarla… Tüm bunlar, Başkumandanımızın Özel Dönem’de geliştirdiği, bilim ve inovasyonu birleştirerek üretici bir güç haline getiren, üretim, dağıtım ve pazarlama süreçlerini içeren kapalı döngü bir üretim şemasına sahip üretken bir bilim merkezi geliştirme fikri çerçevesinde hayata geçti. 1990’lardan bugüne uzanan bu gelişim sürecini yaşamamış olsaydık COVID-19 ile bu şekilde baş etmemiz mümkün olmazdı.

Ignacio Ramonet: Daha sonra COVID-19 hakkında konuşacağız; bu konuyu daha fazla açma imkânı bulacaksınız.

Miguel Díaz-Canel: Evet, evet, bunu daha sonra konuşacağız. Hepsinden önemlisi de Küba sağlık sisteminin çabaları hakkında konuşacağız.

Ignacio Ramonet: Elbette.

Miguel Díaz-Canel: Ancak, şüphesiz, yukarıda bahsettiğimiz tüm diğer olguların etkileri COVID-19 sürecinde daha da güçlendi ve bu durum yıllar boyunca devam etti. Çünkü şunu vurgulamak lazım: Bu ağırlaştırılmış ablukanın özelliklerinden biri Cumhuriyetçi bir yönetim tarafından, Trump yönetimi tarafından uygulamaya sokulmuş olması ise bir diğer özelliği Demokrat bir yönetim, Biden hükümeti tarafından aynı şekilde sürdürülmüş olmasıdır. Bu, dört yıldır devam eden ve etkileri giderek biriken, sistematik bir süreç, halkımız için çok zor bir durum yarattı; COVID-19 hakkında konuşurken göstereceğim üzere bu sürecin muazzam bir sapkınlıkla yüklü olduğunu da söyleyebilirim.

Ignacio Ramonet: Sayın Başkan, az önce bahsettiğiniz ve Küba’daki halk için çok can sıkıcı hale gelen bir mesele hakkında konuşalım istiyorum, o da elektrik kesintileri… 

Miguel Díaz-Canel: Elektrik kesintileri.

Ignacio Ramonet: Sanıyorum bu, pek çok vatandaş için en fazla rahatsız edici sorunlardan birini teşkil ediyor. Ülkedeki enerji durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Az önce bazı faktörlerden bahsettiniz; ancak Küba vatandaşlarına nasıl bir çözüm yolu sunabilirsiniz?

Miguel Díaz-Canel: Ramonet, bugün, bu buluşmayı gerçekleştirdiğimiz şu anda, enerji konusunda son derece karmaşık bir sorunla karşı karşıyayız.

Bugün, birazdan sana açıklayacağım çeşitli nedenlerden dolayı elektrik sistemimiz istikrarlı bir şekilde çalışmıyor. Bu günlerde, bu hafta içinde ülke genelinde ciddi elektrik kesintileri yaşadık. Ulusal elektrik sistemimiz beş günden uzun zamandır günde 24 saatlik açığı kapatamıyor; bu da belirli bir düzeyde elektrik kesintisi yaşadığımız anlamına geliyor. Art arda yaşanan bu kesintiler, şüphesiz içinde bulunduğumuz durumu ağırlaştırıyor, karmaşıklaştırıyor, hoşnutsuzluklara yol açıyor, yanlış anlamalara neden oluyor ve Kübalıların hayatını daha da zorlaştırıyor.

Burada birkaç husus var: Birincisi, elektrik enerjisi üretim sistemimizin önemli bir bileşeni termoelektrik santrallerden oluşuyor; termal enerji üretimini içeren bu bileşen ulusal ham petrolle çalışıyor.

Ignacio Ramonet: Bu ulusal ham petrol, ağır bir ham petrol.

Miguel Díaz-Canel: Çok fazla sülfür içeren ağır bir ham petrol. Bu termoelektrik üretim sisteminin onarıma ihtiyacı var, sistematik bakıma ihtiyacı var; bu sistemin bakımı için yılda 300 milyon dolardan fazla para gerekiyor ki hazırda böyle bir kaynağımız bulunmuyor. Bu da böyle bir sistemde normalde olması gerekenden daha sık arıza ve teknolojik sorun yaşanmasına yol açıyor.

Özellikle elektrik ihtiyacının yoğun hissedildiği zamanlarda kullanılmak üzere bir başka elektrik üretim kaynağımız daha var; bunlar dizel ve akaryakıt gerektiren dağınık haldeki jeneratörlerden oluşuyor. Ancak ihtiyacımız olan dizel ve akaryakıt seviyelerine her zaman erişemiyoruz.

Yaşadığımız bütün bu ablukadan dolayı, örneğin Ekim ayından geçen aya kadar ülkeye hiçbir dizel ya da akaryakıt girişi olmadı; bu dönem boyunca ülkedeki mevcut rezervleri tüketmeye devam etmek zorunda kaldık. Diğer yandan gözetmemiz gereken bir tasarruf programımız da var; bu yakıt kıtlığı yüzünden özellikle mart ayında ciddi elektrik kesintileri yaşadık. Aynı zamanda bu jeneratörlerin de yedek parça ve bakıma ihtiyacı var ve mevcut durumdan bunlar da olumsuz yönde etkileniyor.

Elektrik üretim sistemimizin bir de artık alternatif kaynaklardan, özellikle de yenilenebilir enerji kaynaklarından oluşan ufak bir bileşeni var.

Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz koşullarda, yakıt eksikliği, yetersiz bakım veya iki faktörün bir araya gelmesi nedeniyle elektrik üretiminde kesintiler yaşanabiliyor.

Bugün, şu anda, bizi etkileyen yakıt eksikliğinden ziyade teknolojik sorunlar; öte yandan, bu koşullar ortasında, özellikle yaz aylarında nüfusun mümkün olduğunca az etkilenmesini sağlamak için geliştirdiğimiz bir bakım stratejimiz var. Dolayısıyla, son günlerde bazı santrallerde öngörülmüş ve planlanmış olan bakım çalışmaları yürürlüğe konulmuşken başka bazı santrallerde eşzamanlı arızaların yaşandığı durumlar oluştu.

Ignacio Ramonet: Peki ya yenilenebilir enerji konusu, Başkanım, yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor musunuz?

Miguel Díaz-Canel: Az önce bana çözüm ne olabilir diye soruyordun. Yenilenebilir enerji kaynakları arasından hem rüzgâr enerjisi hem güneş enerjisi hem biyogaza yatırım yapıyoruz; bunların hepsine bütünsel bir çerçevede bakıyoruz. Fakat en çok da güneş enerjisine önem veriyoruz çünkü kurulumu daha az zaman alan bir yatırım bu.  

Bugün, iki yıldan kısa bir süre içerisinde 2 bin megavatın üzerinde elektrik üretimine ulaşmamızı sağlayacak garantili bir dizi anlaşma imzalamış bulunuyoruz. Bu bizi enerji konusunda farklı bir seviyeye taşıyacak, çok istediğimiz bir hedefe, 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji oranımızı yüzde 20’nin üstüne taşıma hedefine ulaşmamızı sağlayacak. Bu meselelerin nasıl gelişeceğine bağlı olarak yüzde 25’e, belki biraz daha fazlasına ulaşacağız.

Bu da bize ihtiyaç duyduğumuz itkiyi sağlayacak; böylece günün en yoğun saatlerinde dağınık haldeki jeneratörleri çalıştırmak zorunda kalmayıp her şeyi bu yeni enerjiyle karşılayabileceğiz.

A, geçerken açıklamayı unuttuğum meselelerden biri de şu… Termoelektrik santraller devre dışı kaldığında özellikle yoğun saatlerde çalışması öngörülen jeneratörlerin yoğun olmayan saatlerde de çalışmak zorunda kalmaları, planlanandan daha fazla yıpranmaları ve elektrik açığını her zaman telafi edememeleri anlamına geliyor.

Birkaç hafta önce Enerji ve Maden Bakanı tarafından tüm halkımıza açıklanan bir programımız var. Şimdi art arda yenilenebilir enerji santrallerimizi kurmaya ve işletmeye sokmaya başlıyoruz; elektrik üretimimiz bu yolla artacak. Yani elektrik enerjisi meselesinde bu yıl önemli bir değişim yaşayacak, önümüzdeki yıl ise durumumuzu daha da sağlamlaştıracağız.

Bu güneş enerjisi parklarının bir kısmı enerji biriktirecek ve böylece akşam saatlerinde de kullanılabilecek. Bu sistem akşam saatlerinde enerji sağlamasının yanı sıra, bu amaçla kullanılan yakıt tüketimini de azaltacak.

Ignacio Ramonet: Bu yakıt da üretimde kullanılacak.

Miguel Díaz-Canel: Yani bunun iki tane önemli çıktısı olacak: Ekonomiye, özellikle de gıda üretimine, tarıma, bugün çok sınırlı düzeyde kalan üretim süreçlerine daha fazla yakıt ayırabileceğiz çünkü şu an elimizdeki yakıtın çoğu, enerji açığı olduğu için elektrik üretiminde kullanılıyor; diğer yandan da yakıt satın alma maliyetlerimiz düşecek.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı sayesinde ekonomiye, başta gıda üretimi ve tarım olmak üzere -günümüzde yakıtın büyük bir kısmının elektrik üretiminde kullanılmasından dolayı- kısıtlı düzeyde kalan üretim süreçlerine daha fazla yakıt ayırabileceğiz. Foto: Ricardo López Hevia

Ignacio Ramonet: Hidrokarbon ürünlerinin alımı konusunda… 

Miguel Díaz-Canel: Üstelik böylece termoelektrik santrallerimiz de daha rahat bir rejimde çalışacak; dolayısıyla ihraç edilebilir nitelikteki ulusal ham petrolümüzü de daha az tüketeceğiz. Yapmakta olduğumuz şeylerden biri, aldığımız önlemlerden biri de ulusal ham petrol üretimimizi artırmak yönünde bir dizi adım atmak oldu. Bu ulusal ham petrolü ihraç edebilir ve böylece maliyeti son derece yüksek olan tüm bu yatırımlar için bir finansman kaynağı yaratabiliriz. Bu yatırımların, elektrik üretimine yapılan bu yatırımların maliyeti çok yüksek!

Bunun en sürdürülebilir yol olduğunu söyleyebilirim; çünkü, her şey bir yana, çevre politikası alanında önerdiğimiz her şeyle, çevre programlarımıza olan bağlılığımızla ve uzaya karbondioksit salınımını azaltmak için Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği konferanslarında verdiğimiz sözlerle de tamamen uyumlu; başka bir deyişle, tüm bunlar birbiriyle tamamen tutarlı ve sürdürülebilir bir kalkınmanın da garantisi.
Ayrıca bazı rafinerilerimizi güçlendirmemize, güncellememize ve iyileştirmemize olanak sağlayacak ve böylece ulusal ham petrolümüzü işlememize de imkân verecek yabancı yatırımlar arıyoruz.

Ignacio Ramonet: Rafine etmek için.

Miguel Díaz-Canel: Rafine etmek ve ihraç edilebilecek veya iç tüketimde kullanılabilecek başka ürünler elde etmek için; böylece iç tüketime yönelik bu tür ürünlerin ithalatına daha az ihtiyaç olacak.

Ayrıca halkın kültürüne yerleşmiş, kapsamlı bir enerji tasarrufu programımız da var… 

Ignacio Ramonet: Tüketimi azaltmak ve israfı ortadan kaldırmak için.

Miguel Díaz-Canel: Tüketimi azaltmak, israfı ortadan kaldırmak için. Diğer yandan, güneş enerjisi teknolojilerinde, daha çok da evsel düzeyde diyelim, güneş enerjisiyle çalışan ekipmanlarda büyük bir gelişme var. Ayrıca armatürlerin daha az enerji tüketen ve daha uzun ömürlü olan LED armatürlerle değiştirilmesi planımız da var; tüm bu tedbirlerin bir arada uygulanması bizi elektrik enerjisi konusunda daha iyi bir konuma taşıyacak.

Tüm bu adımlar detaylarıyla tanımlandı, detaylarıyla programlandı. Ne yazık ki, o noktaya ulaşabilmek için böyle zor zamanlardan geçiyoruz; fakat ablukanın enerji alanındaki etkilerini ancak bu tür yollarla aşabiliriz.

Ignacio Ramonet: Sayın Başkan, tarif ettiğiniz bu durum ve öncesinde yaşananlar, beraberlerinde getirdikleri tüm zorluklar ve sıkıntılarla birlikte, son zamanlarda Küba’da, daha önce bilinmeyen bir sosyolojik olguyu, toplumsal protestoları tetikledi. Bir yandan pek çok insan mevcut koşullara dayanamadığı için göç ediyor, diğer yandan da kitlesel olmasa da alışılmadık olduğu için şaşırtıcı olan protestolar yaşanıyor.

Bu nedenle, öncelikle bu protestoların karakterini nasıl analiz ettiğinizi ve bu durumdan ne gibi sonuçlar çıkardığınızı anlatmanızı rica ediyorum.

Miguel Díaz-Canel: Ramonet, öncelikle, halkımızın şiddetli abluka saldırısının etkilerini yaşamakta olduğunu düşünüyorum; üstelik bu etkiler, daha önce de söylediğim gibi, altmış yılı aşkın zamandır giderek birikmiş durumda. Devrimin ilk yıllarında doğan benim kuşağım, ablukanın yol açtığı yoksunluklar nedeniyle engellerle dolu bir yaşam sürmek zorunda kaldı.

Ignacio Ramonet: Abluka her zaman vardı.

Miguel Díaz-Canel: Ama benim çocuklarım da abluka altında doğdular; torunlarımız da abluka altında doğdu ve öyle yaşamaya devam ediyor. Bunun elbette Küba halkı üzerinde doğrudan etkisi oldu.

ABD hükümeti ve onun emperyalist politikaları Küba Devrimi’nin yok edilmesi konusunda temelde tam olarak neyi savunuyor?

Bu konuda bakabileceğimiz temel kaynaklardan biri Mallory Memorandumu adındaki bir belge; bu belge 1960’lı yıllarda ABD Dışişleri bakanlığının aynı isimli yetkilisi tarafından kaleme alınmış Küba’yla ilgili bir değerlendirme içeriyor. Bu memorandumda deniyor ki, Devrim'e verilen halk desteğinin seviyesi göz önüne alındığında, Devrim'i yerle bir etmenin tek yolu onun iktisadi açıdan boğulması, halkın yokluk ve sefalet çekmesi sağlanarak Devrim’den kopmasının sağlanması ve böylece Devrim’in düşmesine yol açacak bir sosyal patlamanın tetiklenmesi. 

Onların politikası bu olageldi, referans noktası bu olageldi; temel fikir hep bu oldu, ablukayı ağırlaştırarak yapmaya çalıştıkları şey de bu. Altmış yıldız bize diz çöktüremediler; bunun için de ablukayı ağırlaştırma yoluna gittiler. Bize yine de diz çöktüremeyecekler! Ben bu halkın karşılık verme becerisine, kahramanlığına ve sana daha önce bahsettiğim yaratıcı direnişine inanç duymaya devam ediyorum. 

Şimdi, özellikle bu son zamanlarda, ablukanın ağırlaştırılmasıyla birlikte, çeşitli sorunların bu halk üzerindeki etkilerinin üst üste geldiğini gördük: uzun süreli elektrik kesintileri, ulaşımdaki sorunlar, gündelik yaşamda karşılaşılan yokluklar, temel gıda sepetini garanti etmede yaşanan sorunlar, gıda alanında yaşanan sorunlar, ilaç konusunda yaşanan sorunlar.

Elektrik kesintileri olduğunda bundan su tedariki de etkileniyor çünkü su tedarik kaynakları da elektrikle çalışıyor; bu arada pompa sistemlerini güneş enerjili sistemlere dönüştürmek için çok önemli bir yatırım yaptık ve bu da bu durumun üstesinden gelmek için atmakta olduğumuz adımların bir parçasını oluşturuyor.
Bir noktada bazı yerlerde bu tür protestolar belirli bir katılımla yaşandı. En büyük katılımlı gösterilerin 11 Temmuz’da yaşandığını söyleyebilirim; 17 Mart’ta ise daha az katılımlı gösteriler yaşandı fakat medya kuruluşları bunları çok kitlesel olaylarmış gibi yansıttı. Bu yansıtma biçimi Küba’ya dönük azami baskı uygulanmasını öngören saldırgan politikanın bir başka boyutunu oluşturuyor. Bir yanda ablukanın ağırlaştırılmasıyla iktisadi alanda boğma politikası, diğer yanda Küba Devrimi’ni itibarsızlaştırmayı amaçlayan zehirli medya haberleri… Bir yanda sanal Küba, bir yanda gerçek Küba duruyor. Gerçek Küba’nın bazı yerlerinde halk protestoları yaşandı. 

Şikayetlerin temel özellikleri nelerdi? Bu protestoların çoğu barışçıl protestolardı ve protestoya giden insanların çoğunluğunun istediği şey bir açıklama yapılmasıydı. Dikkatini çekiyorum, bunlar Devrim’den kopmaya dönük şikayetler değildi; insanlar açıklama için devlet kurumlarına ya da Parti organlarına gittiler.

En önemli kabullerden birisi, yerli üretimi teşvik etmenin yollarını aradığımızdır; çünkü iktisadi egemenliğimizi ancak yerli üretimi teşvik ederek kazanabiliriz. Foto: Ismael Batista

Ignacio Ramonet: Bu durum Santiago’da gayet iyi görülüyordu.

Miguel Díaz-Canel: Santiago’da evet.

Bir açıklama istemeye, yaşanan durumun nereden kaynaklandığının teyit edilmesini talep etmeye gittiler.

Peki orada tüm sorumluluğu üstlenerek halkın karşısına çıkanlar kimler oldu? O halkın bir parçası olduklarını bilerek o halkla konuşanlar kimler oldu? Tam da parti yöneticileri, hükümet yöneticileri ve o yerlerin yerel idarecileri oldu; hiçbir polis baskısı olmadan, herhangi bir türde hiçbir baskı olmadan.

Bu protestolarda barışçıl şekilde davranmayan küçük gruplar da vardı; imparatorluk tarafından desteklenen medya sarhoşluğunun çarpıtmaya çalıştığı şeylerden biri de bu oldu. Bu insanların birçoğu ABD hükümetinin Küba Devrimi’ni yıkmayı amaçlayan çeşitli projeleri kapsamında finanse ediliyor; bu kişiler bu gibi durumlardan fırsat yaratmak ve Devrim karşıtı gösteriler düzenlemek için sistematik bir şekilde para alıyorlar. Devrim karşıtı gösterilere ise baskıcı bir yanıt verilmiyor.

Ignacio Ramonet: Küba anayasası gösteri yapma hakkını güvence altına alıyor.

Miguel Díaz-Canel: Baskıcı bir yanıt verilmedi; ancak halkın bir yanıtı olabilir çünkü halk…  Hatta oldu bu, protestolarda “Bekleyin, Hükümetle konuşmamız lazım, Parti ile konuşmamız lazım” diyen insanlar vardı. Bu gruplar karşılarında bu insanları buldular; karşıdevrimci sloganların veya başka tür şeylerin atılmasına izin vermeyen bu insanlar oldu. Küba’da Devrim’den yana olmayanların görüşleri baskı altına alınmaz. Olan şey şu; bu tür Devrim karşıtı protestolarda bulunanlar, ki sayıları çok azdır, bu protestolar esnasında çoğunlukla vandalca eylemlere de başvuruyor, devlet malına, kamu mülküne saldırıyor, kamu düzenini bozuyorlar. Bu da belirli bir tepkiye yol açıyor. Bu tepki ideolojik bir tepki değildir; bu tepki adli bir tepki, başka herhangi bir ülkede verilebilecek yasal bir tepkidir; çünkü kamu düzenini bozuyorlar, vatandaşların huzurunu bozuyorlar, vandalca eylemlerde bulunuyorlar ve kabahat işliyorlar.

Fakat tabii ki olanlar uluslararası medya tarafından bu şekilde değil, farklı bir şekilde sunuluyor; çünkü ortada bir senaryo var, bir gayri-konvansiyonel savaş senaryosu var ve o senaryo şöyle ilerliyor: birinci olarak, sosyal patlama, gösteriler veya protestolar; ikinci olarak, polis baskısının sahneye konulması; üçüncü olarak, siyasi mahkumların sahneye konulması, yani tırnak içinde siyasi mahkumlara baskı uygulanması; ardından tüm bu yaşananlar sebebiyle başarısız bir devletle karşı karşıya olduğumuzun gösterilmesi; ardından sözde insani yardım ve rejim değişikliği. Bugün Küba’ya karşı uygulanmakta olan, Nikaragua’ya karşı uygulanmakta olan, Venezuela’ya karşı uygulanmakta olan Gayri-Konvansiyonel Savaş senaryosu budur.

Dolayısıyla burada bir çarpıtma var. Benim diyeceğim şudur; Küba’da var olan bu tür protestolar, ki senin de dediğin gibi nispeten yeni bir gelişmedir, dikkatle ele alınıyor. Bunlar yaşanıyor çünkü dünya değişti, toplumumuz değişti, ablukanın ağırlaştırılmasına yol açan koşullar hayatımızı da değiştirdi. Bu protestoların bir açıklaması var ve halk ile Devrim arasında herhangi bir kopuşa yol açmıyorlar. Bunun bir sebebi de sahip olduğumuz çalışma sistemimiz; bu sistem çerçevesinde yerleşim yerlerini ziyaret ediyor, halkla sürekli görüşüyor, sorunlar hakkında bilgilendirmede bulunuyoruz.  

Amerika Birleşik Devletleri’nde genellikle polis şiddetiyle, özellikle de siyahlara ve yoksullara yönelik polis şiddetiyle sonuçlanan protestolardan neden hiç bahsedilmiyor? Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversitelerde Filistin davasına destek vermek ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği soykırıma karşı çıkmak için gerçekleştirilen barışçıl, tamamen barışçıl nitelikteki son protestolarda uygulanan polis şiddetinden neden hiç bahsedilmiyor? Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin bu olanlar karşısındaki tepkisi ne oldu? Polis baskısı, öğrencilere kötü muamele, öğretim üyelerine bile kötü muamele, insanların boğazına bastırılan postallar… Bir öğretim üyesinin, ileri yaştaki bir insanın zapt edildiği, yere yatırıldığı, aşağılandığı sahneler gördük. Böyle şeyler Küba’da olmaz, böyle şeyler Küba’da asla olmaz!

Diğer Avrupa ülkelerindeki protestolar neden eleştirilmedi? Barışçıl nitelikteki bu protestolarda göstericilere ateş edildi, iki günden kısa bir süre içinde 3 binden fazla kişi hapse atıldı. Neden Küba’dakiler bu şekilde büyütüldü ve neden bu boyutlara taşındı?

Sana bir örnek vereyim; 17 Mart günü toplumsal protestoların gerçekleştiği üç yerle doğrudan temas halindeydik; akşam saat yedi sularında her şey çoktan tümüyle düzene kavuşmuştu. Üstelik o gün Pazar günüydü ve insanlar bu tatil günü kapsamında ülkede düzenlenmekte olan çeşitli etkinliklerde yerlerini almıştı. Buna rağmen, zehir saçan medya platformları sabahın birinde hâlâ Küba’nın her yerinde kitlesel protestolar olduğunu söylüyordu. Tamamen yalan, iftira, uydurma.

Şunu söylüyorum Ramonet, tek günahı kendi kaderini tayin etmeyi istemek olan, bağımsızlık ve egemenlik istemek olan, ABD hükümetinin hegemonya politikası kapsamında dayatmaya çalıştığından farklı bir model inşa etmeyi istemek olan bir ülkeye saldırmak için bunca yıldır acımasız bir abluka uygulayan, Devrimi yıkmak için yalanlara başvurmak zorunda kalan dünyanın bir numaralı gücünün hükümetinden, ABD hükümetinden ne bekleyebilirsin? Bu durum öylesine sapkınca, bütün bu uydurmalar öylesine bayağı ki.

Diyorum ki, eğer bu kadar hatalıysak, eğer bu kadar yetersizsek, eğer gerçekten bu kadar başarısızsak, bize herhangi bir yaptırım uygulamayın, bırakın kendi kendimize çökelim. Ama hayır, Küba’nın nasıl bir örnek oluşturduğunu biliyorum. Bunu herhangi bir böbürlenmede bulunmaksızın, Küba şovenizmi yapmaksızın söylüyorum... Latin Amerika, Karayipler ve dünya için nasıl bir örnek teşkil ettiğimizi biliyoruz. Bunu biliyoruz çünkü dünyada ne kadar çok sayıda insanın Küba ile dayanışmayı hayatının merkezine koyduğunu sürekli olarak görüyoruz. Bunu keyif için yapmıyorlar; çünkü ortada bir örnek var, çünkü bir güven var, çünkü yol gösterici bir ışık var; o ışığı muazzam bir bağlılıkla sahiplendiğimizi ve ona asla ihanet etmeyeceğimizi biliyorlar. Böylesine güçlü bir hükümetin küçük bir ülkeye diz çöktürmek için neden bu tür uygulamalara başvurmak zorunda kaldığını açıklayan tek şey bu.

Yazar: Ignacio Ramonet

Yayınlandığı yer: Cubadebate

Yayın tarihi: 15 Mayıs 2024

Çeviri: Nahide Özkan

"Küba Gerçeği", 2023 Şubat ayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) girişimiyle başlatılan bir yayın. Küba'da siyaset, ekonomi, yaşam, kültür gibi konularda Kübalı yazarların ürettiği makalelerin çevirilerini yayımlayan Küba Gerçeği'nde çıkan makaleler, artık soL'da paylaşılacak.